1 Aralık 2011 Perşembe

BİR KEDİ BU KADAR MI GÜZEL UYANIR?*


Yekta Kopan'ın 2010 Haldun Taner Öykü Ödülünü alan kitabı  'Bir de Baktım Yoksun' daki öyküleri meraklı bir kıskançlıkla okuduğumu hatırlıyorum. Geçen yıl o yarışmaya dosya gönderenlerden biriydim ve bu yüzden olacak, öyküleri okurken biraz 'beğensem mi beğenmesem mi' duygusu da bu okuma süresince bana eşlik etmişti. Sonuçta izlediğim, sonraları 'çalışma odası'nda bile dolaştığım bir yazarla tanışmıştım (sesine ve yüzüne uzun süredir aşinayız). Yazarın blogu Fil Uçuşu'na da sık sık bakıyorum. Nabokov'un 'Konuş, Hafıza'sından Fil Uçuşu sayesinde haberim olmuştu. Bu, edebiyat dünyası için olmasa da benim için büyük bir adım olmuştu!

Yazarın son kitabı Kediler Güzel Uyanır'ı, Adapazarı'nda nihayet açılan D&R'da gördüm ve, biri kedisever arkadaşım İlkay'a olmak üzere, iki adet aldım.  Kitabın kısa öykülerden oluştuğunu yorum yazılarından ve bloglardan biliyordum. Sayfaları şöyle bir çevirince aklıma ilk gelen Enis Batur'un Cep Meşkleri'ndeki metinler oldu. Kopan bu kez  kısa ve yoğun öyküler yazmış. Bu metinler, bir denklanşör çakışı süresince görünüp kaybolan, fakat kişinin görsel hafızasına (böyle mi denirdi?) işlenen fotoğraflar gibi. Cep Meşkleri'nde düşler, kendileri için özel bir dil icat eden kardeşler, girdiği  evlerde sadece kütüphaneyi tarumar eden hırsızlar vardı. Kediler Güzel Uyanır'da da konuşan bulutlar, bir ev partisiyle ilgili  iç burkan anılar, gazete okuyan babalarını izleyen çocuklar var ( ben de babamın gazetedeki bir yazıyı bitirmek üzere olduğunu, yazının sonunu mırıldanarak okumasından anlardım!) Özellikle Radikal Kitap'tan Burcu Aktaş'ın da kitapla ilgili yazdığı yazıda değindiği Müsvedde isimli öykü, defalarca izlediğim bir Türk Filmi'nden, gizemli ve hüzünlü (ama mutlaka siyah-beyaz) bir sahneymiş gibi aklımda şimdi.

Ve tabii, baba-oğul-zaman eksenli bir blogu yürütmeye çalışan biri olarak Piknik Havası'nı özellikle sevdim. Bazen okuduğum şeyleri Aras'a da anlatıyorum, bir masalı anlatır gibi (Sunay Akın'ın Kar Altında Zürafa'sı, örneğin). İlerde, öykü yaşına gelince, kitaplar arasındaki seyahatlerinde belki benim ona sözel olarak aktardığım bu hikayelere rastgelir de bu konuşmalarımızı hatırlar diye. Konuşan bulutlar oyunu muhtemelen bizim de gözde oyunlarımızdan biri olacak.

İlginçtir, Kediler Güzel Uyanır  bende de böyle yazılar yazma isteği uyandırdı. Aslında ilginç değil, tam  da olması gereken bir şey bu. Şimdi, ben de,geçen gün ben vitrini incelerken, kendisine çorba getiren çocuğu fırçalayan ihtiyar saatçiyle ilgili, mandalinanın kış mevsimiyle olan uyumu üzerine ve pazaryerinde narlara bakıp 'çok güzel görünüyorlar' diyen çok güzel kadını anlatan kısa yazılar yazmak istiyorum. Hayatta sadece büyük sevdaların ve eski pişmanlıkların değil, küçük an'ların ve sıradan görünen zaman parçalarının  da  bir anlatıya dönüşebileceğine, yazıyla çarpıcı bir şekilde başkalarına aktarılabileceğine bir kez daha ikna oluyorum. Ben, Kediler Güzel Uyanır'ı okur, bu kez tereddüd etmeden beğenir ve tüm bunları düşünürken etrafımda şunlar oluyor: Birkaç delikanlı taklalar atarak şarkı söylüyor, bazı adamlar eski anayasayı, başka bazı adamlar yeni 'şikeyasayı' benzer bir hararetle tartışıyor. Arada İffet'i bile görüyorum. Evet, -tesadüf müdür bilmem- hayatımın bir 'Cumartesi' gecesini de işte bu şekilde yaşıyorum.

* İzlesene.com'da bir video

1 yorum:

USC dedi ki...

karmakarışık dünyaya dair bildiklerini, anlayışlarını daha da karmaşık bir dille aktarmaya hevesli olan insanların varlığı artık bende bir baskı yaratıyor. Hayat sadece deneyimlemelerden ibaret. bunları ya sadece yaşarsın ya da paylaşırsın..
bilmek üzerine, bilim üzerine okurken anlamakta zorlanmak kendimize ait alanda yalın olana bizi çekiyor gibi. En azından ben bu nedenle tek yıllarda şeker portakalını çift yıllarda küçük prensi okumak için iki elim kanda olsa vakit ayırıyorum. (2012 küçük prensin yılı) hangi insan kaç yaşında olursa olsun şu satırları okuyup kendine çekidüzen vermez ki:
‘yeni bir arkadaş edindiniz diyelim; onun hakkında hiçbir zaman asıl sormaları gerekenleri sormazlar. “Sesi nasıl?” demezler örneğin, ya da , “ Hangi oyunları sever? Kelebek koleksiyonu var mı?” diye sormazlar. Onun yerine, “Kaç yaşında?” derler. “Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası kaç para kazanıyor?” Ancak bu sayılarla tanıyabileceklerini sanırlar arkadaşlarınızı.’ (küçük prens)
‘ - Hiç otomobile bindin mi?
-Hayır efendim, hiç binmedim.
-Öyleyse yürü!
-Gelemem. Biz düşmanız.
-Önemi yok. Ben unuttum bile (şeker portakalı)
Etrafımız sayılarla insan tanıma çabasında olanlar ya da 5 yaşındaki bir çocukla manasızca inatlaşıp düşmanlık yapanlarla dolu… bu sebeple bazen dolambaçlı yollardan değil de içinde olduğumuz anları dosdoğru yazanlara, söyleyenlere, çekenlere, çizenlere, anlatanlara olan ihtiyacımız giderek şiddetleniyor..
Yaşadıklarını destanmış gibi süsleyip püsleyenlere ya da ayağı yere basmayanlara Sartre’ın şu cümlelerinin üzerine cümle yazamıyorum:
“gizli boyutlardan yoksun oluşumu, varlığımın yalnız vücudum ve ondan kabarcıklar gibi yükselen sudan düşüncelerle sınırlı oluşunu, bugünkü kadar kuvvetli duyumsamamıştım.”
Not: Ödüllenecek öykülerinizi okumak için sabırsızlandığımı şimdiden söylemeliyim....

                    KİTAPLAR ÇEVRELER Bir Gazetecinin Edebiyat Adamı Olarak Portresi I. Metin Münir’in Zavallı Kalbimi Rahatlat adlı...