25 Nisan 2017 Salı

"HAYAT KISA AMA GENİŞ"

Başlıktaki cümle Jim Morrison’a ait, geçenlerde Merak Cemiyeti Tutanakları’nı karıştırırken karşıma çıktı, bir paragrafa da özellikle işaret koymuşum, aşağıda paylaşacağım. Kitabın başlarına aldığı bu denemesinde Enis Batur 27 yaşında ölen ünlü müzisyenden yaptığı alıntıyla -bir kez daha- yaşamın niteliği meselesi üzerine eğiliyor.“Hayat kısa ama geniş” önermesi hayatı nasıl yaşamayı seçtiğimize, onun karşısında aldığımız tutuma dair bir mesaj içeriyor olmalı. Peki, nedir bir hayatı geniş yapan, sırasında onu daraltan nedir? Çetrefilli ve aslında 'geniş zamanlar' isteyen bir konu ama kısaca da durulabilir üstünde. 

Morrison’un ima etmiş olabileceği şeye ben de katılırım, yaşamımızın anlamını, çoğu durumda, süresi değil onun içine sığdırdıklarımız belirliyor. Bu anlamda ‘genişlik’ kavramını hayatın yatay olarak esneyebilmesi, eklentilere açık olması olarak anlıyorum ben. Yaşam süresini uzatmak mümkün değil, tamam, ama onun içini doldurmak, bu süre zarfında anlamlı şeyler yapmak daha ziyade bizim elimizde. Bu şekilde, katmanları olan bir yaşam standardına ulaşmak da mümkün gibi geliyor bana. Gerçekten de, hayatta zenginlik denilen olgunun yalnızca tek bir türünün olduğunu iddia etmek mümkün mü?

Gündelik hayatımızın içine, handiyse koş(uş)turarak, ne denli çok ‘şey’ tıkıştırırsak o kadar genişletiriz: Hayır doğru değil bu. Boş geçen vaktin tam karşılığı sayılamaz tepeleme doluluk, doldurmak. Benim gözümde geniş hayat, farkında kalışla düzorantılı biraz da. Hiçbir şey yapmadan, pek hareket etmeden de sağlanabilen bir içzenginleşme terbiyesi edinmek. Kendini yetiştirmeyi öğrenen kişi uyurken de genişletebilir hayatını.

Bertrand Russell’ın da “Boş zamanı faydalı bir şekilde kullanmak uygarlığın gerçek sınavı olacaktır” şeklinde bir sözü vardı. Günümüz koşullarında  zamanı doldurmak kolay, mesele bunun neyle ve nasıl olacağında düğümleniyor. Medyamızda birkaç ayda bir tekrarlanan bir habere göre, Türkiye’de şu kadar kütüphaneye karşılık şu kadar kahvehane bulunuyor! Batı’da ise leisure kavramı oluşmuş zaman içinde; orada insanlar mağaracılıktan kitap kulüplerine, dağcılıktan kuş gözlemciliğine pek çok etkinlikle dolduruyorlar bu 'boş' zamanlarını.

DÜŞÜNBİL dergisinin Mart-Nisan sayısı Bertrand Russel'e ayrılmıştı. Dergide yer alan ufuk açıcı makalelerden biri* (Aylaklığa Övgü kitabı üzerinden) ünlü filozofun çalışmak / tembellik yapmak konusundaki düşüncelerini ele alıyordu. Russel'a göre, "Geçmişte az kişinin keyfi ya da tembelliği, çok sayıda insanın emekleriyle sağlanıyordu." Bugün artık modern teknikler sayesinde, boş zaman, topluma zarar vermeden, adil bir şekilde dağıtılabilirdi ve günde dört saatlik çalışma herkese yeterdi. Makalenin yazarı şöyle özetliyor: "...Eğer çalışmak erdem ise, çalışmanın sonuçlarından keyif almak da dengeleyici bir erdem olmalı. İkinci olarak, eğitime daha geniş alanda yer vermeliyiz; çünkü insanlar ancak bu şekilde vakitlerini nasıl daha yapıcı biçimde kullanacaklarını keşfeder... İnsanlar yaşamlarıyla, yaratıcılıklarıyla neler yapabileceklerini gördükçe daha mutlu bir yaşam sürmeye başlayacaklardı." 

Enis Batur ve onun çizgisini benimseyenler için bu doluluk –elbette- kitaplarla, defterlerle, yazınsal üretimle doğrudan bağlantılı:

Kırk yıldır şiirler, metinler yazdım, okudum; dinledim, gördüm, izledim. Hayatımı genişlettiğini inanırım bunların; dahası, ortaya koyabildiklerimin ara sıra, belli ölçülerde, başka hayatların genişlemesine katkıda bulunduklarına inanırım.   

“Hayatımın en uzun, en dolu günlerinden birini geçirdim burada, dün” diye yazmıştı Ada Defterlerinde. Günceyi okuyan kişi haliyle bu yoğun günün içinde neler olduğunu, nasıl bir koşuşturma yaşandığını merak ediyordu. Yazının sonuna geldiğinizde anlıyordunuz durumu: Bir kısa yürüyüş ve yemekte geçirilen birkaç saat ‘hareket’ hanesine yazılabilirdi o gün için, bunun dışında on saati aşkın bir zaman yazı masasının -yazarı deyimiyle tezgahın- başında geçmişti. Kitaplar ve defterler yayılmıştı masaya, yazı alıştırmaları, ısınmak için yapılan okumalar, şiirler için alınan notlar, tüm bunlar uzun ve dolu yapıyordu günü: ‘Hasat sürüyordu.’

Bu bakımdan, yoğunluk ve doluluk (bence, anlam ve verim diye de ifade edilebilir bu ikisi) çoğu durumda kişinin ilgi duyduğu alana ne kadar zaman ayırabildiği, yapmaktan zevk aldığı şeyleri ne kadar yapabildiği ile ilgili. Demek ki burada belirleyici olan, çalışma ve uyuma zamanları haricinde yaptıklarımızın toplamı ve onların niteliği... 

Doğrusu, ben de az uğraşmadım şu yazıyı biraz olsun genişletmek için…


*BERTRAND RUSSEL: ÇALIŞMAK ABARTILMIŞ BİR EYLEMDİR / Paul Western
  Çeviren: Şebnem Ertan





7 Nisan 2017 Cuma

HER ZAMANKİ İŞLER

Tansu Polatkan‘ın Sesi
Pazar günleri tenisten dönerken bana Radyo 1’i açtırıyor. O saatte maç yayını olduğunu artık iyice öğrendik. Bir gün yine böyle kanalları dolaşırken Tansu Polatkan’a denk gelmiştik. Aras’a bu spikerin benim lise dönemimde de böyle maç anlattığını, pazar öğleden sonraları onun sesini radyoda sık sık duyduğumu anlatmıştım, “Hala orada olması ne ilginç, değil mi?” demiştim.

Bir süre maça kulak veriyoruz. Aras, futbolcu adlarından hangi takımların oynadığını tahmin etmeye çalışıyor. “Kasımpaşa baba”, diyor, “Şu şu futbolcular oranın oyuncuları… Diğer takım da galiba Gaziantep!”

Uyku
Twitter’dan bir arkadaşım yazmıştı, bir anne:  Uykuya dalmak çocuklar için çok korkutucu. Ve bu bana hep ilginç geliyor... Bu tweet’i okuyunca hatırladım, bir dönem -anaokulu veya birinci sınıf olabilir- Aras da her akşam uykuya dalarken soruyordu: “Ben sabah uyanınca siz de burada olacaksınız, değil mi?” 

Bu soruyu ona sorduran endişenin kaynağını hala merak ederim. Acaba neler düşünüyordu? Öyle zamanlarda, çok uykusu olmadığı halde yatmak zorunda olması herhalde ona zor geliyor, belki de çocuk imgelemi ona küçük oyunlar oynuyordu. Bu soru artık sorulmuyor,  ama uykuya karşı direnişi hala sürüyor. Her akşam 9 civarı  yatırıyoruz Aras’ı, plan bu, ama uyku saatini geciktirmeyi hep başarıyor, en az bir kez su içmeye, bir kez de bir şey sormaya geliyor!

Drama
Okulla aramız iyi. Bazen ertesi sabah biraz daha fazla uyuması için direkt ikinci derse gitmeyi öneriyorum (daha doğru bir deyişle ilk dersi kırmayı). Bunu asla istemiyor. Okula teneffüste veya herkes derse girdikten sonra varmak düşüncesi onu rahatsız ediyor. Öğretmenini, arkadaşlarını, sınıftaki ortamı seviyor. Drama dersine de özel bir düşkünlüğü var. “İstersen yarın ilk derse gitmeyelim, biraz uyursun,” diyorum, itiraz ediyor: “Drama kaçar mı baba?” diyor.

Yeni Bir Dil
Bazen Perşembe öğleden sonraları kursa ben götürüyorum. Yolda arkadaşlarını da alıyoruz. Çocuklar arabaya biner binmez bir gevezeliktir başlıyor. Hayli hararetli bir konuşma bu, ama başka bir dilde! Benim tek anladığım oynadıkları oyunda 6. veya 7. seviyeye geçmiş oldukları, konuşmanın sonrası bana tamamen yabancı bir jargonda ilerliyor. Gerçi ben buna aşinayım, okulda da aynı şeyi sıklıkla yaşıyorum. Aras’ın üniversitedeki abileri de bu dilde birkaç seviye ilerideler!


Eren Hasnoproblem
Koridorda bir tahtamız var. Aras’a notlar bırakıyorum, aklıma gelen kimi parlak (!) fikirleri oraya yazıyorum. Her şey futbolcu soyadlarını İngilizce söyleme teşebbüsü olarak başladı, küçük bir şaka olarak (Kubilay Birdwithoutwings and Volkan Ironhand!). Şimdi aklımıza geldikçe bu listeye yenilerini ekliyoruz. Böylece hayatımızda yoğun olarak var olan iki olguyu (İngilizce ve futbol) birleştirmiş oluyoruz. Ama, her zaman olduğu gibi, hayat kurmacadan daha şaşırtıcı: İngiliz Milli takımında Danny Drinkwater diye futbocu var!

Tabii arada tahtaya “Which country won the first World Cup?” gibi ciddi sorular yazdığım da oluyor. Aras bu notları ve soruları okuyor, o gün arama motorları bir nebze daha fazla çalışıyor… 

Çocuklar Duymasın
Bu kış rutin işlerimizden biri de her gece evimize Haluk’u ve Meltem’i misafir etmek oldu. Yemek sonrasından yatma saatine kadar olan kısımda mutlaka Çocuklar Duymasın açılıyor. 9 yaşında bir çocuğu neden bu kadar çektiğini tam anlamıyorum ama zararı yok, eli yüzü düzgün, olumlu mesajları olan bir dizi bu, üstelik güldürüyor! Bir yazar olarak Birol Güven’in başarısı ortada; senaryo, toplumumuz ve aile yapımızla ilgili pek çok ayrıntıyı yakalıyor. Bunu şimdi daha iyi anlıyorum. Şundan dolayı: Bazen, gündelik hayatta, bir konuyla ilgili yaptığım yorum veya bir meseleye sinirlendiğim zaman verdiğim tepki  Aras’ın hemen dikkatini çekiyor. “Aynı Haluk gibi konuştun baba!” diyor.

Ve son olarak: Yes, Eren may have no problem, but this year Galatasaray does!



                    KİTAPLAR ÇEVRELER Bir Gazetecinin Edebiyat Adamı Olarak Portresi I. Metin Münir’in Zavallı Kalbimi Rahatlat adlı...