9 Ekim 2020 Cuma

GÖZLERİMİ KAPARIM

 

Sıkılmıyor musun, orada öyle kaç saat, diye soruyorlar bana. Ben de buna yanıt olarak şöyle diyorum: Ama tek kitap olmuyor ki yanımda! Çok eskiden, Engin Ardıç’tan (mı) okumuştum, lisedeki hocaları ‘Okumaktan sıkıldığınızda okuduğunuz şeyi değiştirin,” dermiş. Yani okumaya alternatif bir eylem olarak yine okumak! Ben de kapının önüne çıktığımda birbiriyle alakasız birkaç kitap alıyorum yanıma. Bir yanda Muaviye’nin yükselişini anlatan bir kitap oluyor, diyelim, öte yanda Onur Ünlü’yle yapılmış nehir söyleşi, yanında Ece Ayhan’ın Yort Savul’u. (Şimdi dönüp bakıyorum da bu üçüne, o kadar da alakasız görünmüyorlar gözüme!)

Uzun lafın kısası, ‘karışık okumak’ deniyor ya, ben de öyle yapıyorum. Kitaplarla ilişki durumu karışık olanlardanım…


Nisan ayının sonunda kendimi karantinaya almıştım. O dönem çok hastane giriş çıkışı yapmıştık, Aras Pamukova’da, Nilay Denizli’deydi, ben burada markete bile gitmiyordum. (O dönem pek kimse pek bir yere gitmiyordu zaten; 1 Haziran günü Tuna Tan kavşağında o kadar arabayı görmek nasıl da ilginç gelmişti!) Nisan soğuk geçiyordu, ben de dersim olmadığı zaman ön kapıya çıkıp güneşi bekliyordum, Allah’tan kitaplar yanımdaydı. Oruç Aruoba, Melih Cevdet, Ali Bulaç eşlikçimdi (Oruç hoca mayısın sonunda vefat etti, gelen yazı göremedi). O günlerde kısa soluklu bir günlük de tutmuştum, belki ileride bir kitaba koymak nasip olur.

Ama yukarıdaki fotoğrafta hiç kitap yok. Zorlu bir uzaktan eğitim gününün sonunda kendimi dışarı zor atmışım, gözlerimi dinlendiriyorum. Ön kapının oraya bir sandalye atma alışkanlığını o zaman edindim. 5 Nisan günü çekmiş Nilay fotoğrafı. Pandeminin ilk dönemi, dersler hafta sonuna yığılmış, sabah 9’dan akşamüstü 5’e kadar bilgisayara baktığımız günler. Ders bitince önce bir tur atıyorum etrafta, hava almak ve ayaklarımı açmak için, sonra gelip 'yönetmen' koltuğuma oturuyorum. Yarım saat kadar orada öyle duruyorum, kitapsız ve hiçbir bir şey düşünmeden. İçimde tuhaf bir huzur. Neyin huzuru bu? Herhalde uzaktan da olsa birkaç kişiye ulaşmış olmanın, birkaç laf edebilmiş ve birkaç kelime iletebilmiş olmanın huzuru. Bu şartlarda işimi biraz olsun yapmış olmanın huzuru...


Yani önce vazifemi yapıyorum, sonra kapıyorum gözlerimi.

21 Haziran 2020 Pazar

TÜRKÇE RÜYA


hep endişelenirdim
erken gidecek diye
yani öyle küçükken falan değil sadece 
             -ki o çok normal-

büyüyünce de 
mesela üniversitedeyken
hatta çakı gibi bir askerken bile
koyu bir korkuydu duyduğum
baba kaybı üzerine



lisede staja, uzaklara gittiğim bir gün
hiç unutmam
iznik’te kalkmasını beklerken bir J9’un 
burnuma geldi kazağının kokusu
sarıldım hayaline 

hadi orda da küçüktüm diyelim
ama ben, şimdi, yani bugün,
böyle kazık kadar bir adamken bile
hep bir ihtiyaç duyarım sanki babama
türk halkı gibi aynı

bir gün bahadır da aynı şeyi söyleyince
         en son ne zaman ağladınız’ı konuşuyorduk
         why do people crymevzu  bahsinde 
erkekler ağlar mı hiç gibisinden,
bir soru çıkardıydım cebimden
sırf sınıfı fış fışlamak için, 
öğlene yaklaşan bir saatti,
hala uyku akan gözlere tuttuydum soruyu, 
bahadır “daha bu sabah ağladım ben” dedi, 
“babamı gördüm rüyamda. ölmüştü.
ne yapayım, tutamadım kendimi.”

sınıf toparlandı biraz, herkes oturduğu yerde doğruldu
boğazlar temizlendi
uykuyu kovmuştuk oradan
ve bir an için yaşadı herkes o kadim endişeyi 
girdik bahadır’ın türkçe rüyasına 
o ders unuttuk İngilizceyi

5 Nisan 2020 Pazar

 

EVDE,
HEP EVDE



I. Hafta sonu telefonunuz çalar. Kahvaltıdan yeni kalkmışsınızdır. “N’apalım,” dersiniz karşı tarafta hatırınızı soran kişiye, “Evdeyiz işte, oturuyoruz.” O gün, haftanın yorgunluğu ile bir süre evde dinlenmeyi ya da şöyle çıkıp bir temiz hava almayı kurmuşsunuzdur kafanızda. Evde olmak kazanılmış bir haktır eninde sonunda, bir anlamı vardır ve kesinkes bir ayrıcalıktır. Ama okullar kapandığından beri durum biraz değişti, öyle değil mi? Artık -tabii şanslı olanlarımız için- yeni bir yaşama düzeni var. Evde olma hali hafta sonu ile sınırlı değil şu an.






II. Şimdi üç haftadan fazla zaman geçti ama çok öyle yılgın sıkıntı nöbetlerine girmedik henüz. Aras sabahları EBA TV’deki dersleri izliyor. Öğleden sonra okuldaki online programa bağlanıyorlar.

Altın Küre boşluğu iyi doldurdu doğrusu; içinde bulunduğumuz şartlar göz önüne alındığında günlerin oldukça verimli geçtiğini söyleyebilirim. Her gün üç ders yapıyorlar, arada denemeler çözülüyor, öğleden sonraları böyle geçiyor. Üstelik Büşra Hoca etkisi uzaktan (eğitimde) bile kendini göstermeye devam ediyor. Kazandığı bu displinle Aras 16.30 sonrasında ödev yapmaya koyuluyor, tıpkı okuldan eve geldiği günlerde olduğu gibi. Hal böyle olunca, bazı akşamlar Ipad oynama izni veriyoruz ona- şu dönemde bu keyfi Cuma-Cumartesi’ye sıkıştırmak olmazdı doğrusu.

III. 
Bu arada ne zamandır bekleyen kitaplara da el attık. Nihayet Demiryolu Çocukları’nı bitirdi - neredeyse iki yıldır bizimle Denizli-Sakarya arası taşınıp duruyordu kitap! 39 Steps’te biraz ilerledik. Onun dışında yatmadan önce Son Adanın Çocukları’nı okuyor sesli olarak, ben de orada oturup dinliyorum. Zülfü Livaneli eni konu bir sistem eleştirisi yapmış, ama üstü örtülü, diyeceğim. Söylemek istediği çok şey olduğu anlaşılıyor. Şu an bir yerde yazıyor mu, bilmiyorum ama bu konuma ulaşmış bir insanın neden daha açık sözlü, daha gür sesli olmadığını da pek anlamıyorum.

IV.
Tabii liglerin iptal edilmesi de önemli bir boşluk doğurdu. Özelikle Sergen’le beraber hafta sonları biraz daha sokulmuştuk yeşil sahalara. Akşam maç izleme fikri heyecan veriyordu. Futbol biraz böyle bir tutkudur, takımınız şampiyonluğa koşmasa da sizi heyecanlandırmayı ya da kızdırmayı becerir. An itibariyle, bu heyecandan mahrumuz ama futbolun hayatımızdan tamamen çıktığını da söyleyemem! Bu aralar eski maçların özetleriyle idare ediyor bizimki ya da sabah ben salona girdiğimde televizyonu açık buluyorum ve o esnada (diyelim) İtalya liginin (diyelim) 2012-2013 sezonunun en güzel golleri ekrandan akıyor oluyor. Mecburen oturup izliyorum…

V.
Fotoğrafı 16 Mart günü çekmişim. Okulsuz ilk Pazartesi. ‘Evde kal’ çağrıları henüz dolaşıma girmemiş. Hatta, şimdi düşünüyorum da, o günlerde tatilin üç haftayla sınırlı olduğunu sanıyorduk. Muhtemelen böyle düşünmemizi istemişlerdi. O gün biraz yürümüş, sonra rüzgarda üşüyerek dönmüştük. Arkasından birkaç gün bahçeye de çıkmıştı Aras. Ama şu an evdeyiz işte. Yapacak bir şey yok.

VI.
Edebiyat meraklıları bilir, EV imgesi Behçet Necatigil’in şiirinde özel bir yer tutar. Onun yapıtında bir dizi dize ayrılmıştır EV temasına. Şimdi konumuzla ve başlığımızla da ilgili olduğu için onlardan birini buraya alalım ve yazıyı öyle kapatalım:


EV VARSA

Varsa yoksa sokak
İnsan o yaşlarda
Gözü beni görmez olur
Gece gündüz dışarda

Yok kıl kadar değerim
Öyle olsun!
Ben beklerim
Kısa veya uzun

Oğullar uzaklaşır, kızlar uzaklaşır
Bir zaman için benden,
Oluruna bırak, gençtir, derim,
Hevesini alsın sokaklardan.

Bensiz olamazlar, dönerler
Çok denedim
Ben büyüğüm, affederim
Ben evim.

       BEHÇET NECATİGİL








                    KİTAPLAR ÇEVRELER Bir Gazetecinin Edebiyat Adamı Olarak Portresi I. Metin Münir’in Zavallı Kalbimi Rahatlat adlı...