20 Mayıs 2014 Salı

HATIRALAR SARNICI



Nilay’la arada döndüğümüz konulardan biri, belli bir yaştan sonra zamanın artık daha da hızla geçtiği. “Otuz yaş eşik sanki” diyoruz, otuzdan sonra akışın hızlandığında hemfikiriz. Belki o dönemeci geçenlerden fark edenler olmuştur: ‘Hayat arabasına’ bir şeyler oluyor yirmilerin sonunda; sanki frenler boşalıyor, yokuş aşağı gidiyoruz ve gereksiz biçimde hızlıyız artık.

Mesela ben, bu ara sıklıkla öğrencilerime “Bu örneği daha önce vermiş miydim?” veya “Bu konuyu konuştuk mu biz?” diye sorarken buluyorum kendimi. Bir yıl önceye ait bir olay bana daha geçen hafta yaşanmış gibi geliyor çünkü.

Sonra, Mina Urgan'ın anı kitabında bu konuda yazdıklarını hatırlıyorum. Urgan, fren boşalmasını 40’ ta başlatıyor, bize “Bunlar daha iyi günleriniz”, der gibi:

Kırkına kadar yaşadığımız her olayın, bir yeri, bir önemi, bir anlamı vardır. Kırkından sonra tempo inanılmaz biçimde hızlanır. Bir bakarsınız daha dün olduğunu sandığınız bir şey on beş yıl önce geçmiştir. Bir bakarsınız kucağınıza aldığınız küçük çocuklar kocaman delikanlılar, kızlar oluvermiştir. Bir bakarsınız siz de altmış beş yaşına girivermişsiniz. İşte yaşlılık o sırada başlar.

Sait Faik’in Sarnıç adlı bir öyküsü vardır. Bu, aynı mahallede aynı liseyi bitiren, aynı çocukluk ve gençlik anılarıyla avunan insanların öyküsüdür. Hatırlamaya ve hatıralara dair bir öykü olan Sarnıç’ta, eski bir olay akla geldiğinde sorulan soru şudur:  Hani, hatırlar mısın? Bu soruya verilen cevap bilgece ve  hüzün doludur: Hatırlamaz olur muyum? Hatırlamaz olur muyum?

Öyküde ve belki hayatımızda da hatıralar, onlar hakkında konuştuğumuzda hatıra olmaktan -biraz- çıkarlar sanki. Anlatmak, yeniden yaşamaktır bir bakıma.  Anlatınca, ister sözle ister yazıyla olsun, geçmişimizle aramızda olan mesafe kısalır. Geçenlerde vefat eden Marquez’in otobiyografisine  “Anlatmak İçin Yaşamak” adını vermesi boşuna olmasa gerek! Usta yazar bu kitabının girişine “İnsanın yaşadığı değildir hayat, aslolan hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır” diye yazmıştır.

İyi hikayedir Sarnıç*. Anlatıcısı ‘zaman’ meselesini zamanla daha iyi anlar ya da belki sadece anladığını düşünür. Hikayenin sonunda geriye baktığında –çünkü bilirsiniz, iyi hikayelerin sonunda geriye mutlaka bakılır- kahramanımız, anılar ve o geride kalan tüm şeyler artık her nerede saklanıyorsa orayı bir ‘kurumuş hatıralar sarnıcına’ benzetir. Yaşını başını almıştır artık , olmuştur bir bakıma ve yalnızdır. Azıcık kulak kabarttığında bu sarnıca ‘bilinmez bir membadan akan şarıl şarıl sesleri’ duymaktadır. 

Oysa işin başında bu, böyle midir? Gençlik her zaman vaat dolu değil midir?

 Önümüzde hayat...Her gün başka bir uykuya yatıp başka bir rüya göreceğiz. Halbuki zaman, ağır ağır bizimle beraber akan nehir, bir göle varıyordu. Bu gölde biz akmıyor, dalgalanıyorduk. Yahut bana öyle geliyordu. Çoğumuz evlenmiştik. Birbirimizi liseden beri bırakmayan dört arkadaş hepimiz bir kız almıştık. Aynı mahallede oturuyorduk, aynı yolları tepiyor, evimize varıyor; aynı kadını her akşam daha fazla sevmeye çalışıyorduk. Aynı mezarlık karşımızda idi. Seneler  böyle geçtiği halde aynı sarışın, esmer, ayakları çıplak çocuklar hiç büyümeden aynı servi ağaçlarına tırmanmaya çalışıyorlar, aynı ölülerin taşları arkasında saklambaç oynuyorlardı. Birdenbire her şeyin bir saniyede duruverdiğini görmüştük.

Sarnıç’ı her okuduğunuzda biraz daha derinleşen o özel öykülerin arasına koydum, orada tutuyorum. Bir de bu öyküyü, bir büyük yazarın hikayesini kurarken yakın anlamlı sözcükleri aynı cümlede birbirine yaklaştırmada ve yakıştırmada gösterdiği ustalık açısından inceleyen akademik yazılar da yazılmış olmalı(ydı), diye düşünüyorum.  


*Sarnıç bugün, bilenler biliyor, oldukça dinamik bir dönem geçiren öykü dünyamızdaki dergilerinden birinin adı aynı zamanda. Ne iyi ki bugün Türkiye’de  öykü geleneğimizi yaşatan ve ileri taşımaya çalışan -doyurucu ve dolu- pek çok dergi çıkıyor. Dünya edebiyatından örneklerin de olduğu, yeni seslere yer veren, ilgilenen kişilerin akademik anlamda da beslenebileceği bu dergilerden birinin, adını Sait Faik’in bir öyküsünden almış olmasını anlamlı bir jest olarak görüyorum.





                    KİTAPLAR ÇEVRELER Bir Gazetecinin Edebiyat Adamı Olarak Portresi I. Metin Münir’in Zavallı Kalbimi Rahatlat adlı...