16 Nisan 2021 Cuma

SPEAKING: EN ETKİLİ ÖĞRETİCİ

Four Skills

1.

Öğrencilerimizin çoğu kendilerini en rahat hissettikleri becerinin Reading olduğunu söyler. Nedeni basit: Okurken yalnızsındır, kimse seni zorlamaz, kimse senden bir şey beklemez. Düşünmek için zaman da vardır. Üstelik her şeyi anlamadığınız durumlarda bile okuduklarınızdan genel bir sonuç çıkarmak mümkündür. Bu son dediğim zaten Reading'in amaçlarından biridir.


2.

Listening ise öyle değil. Konuşulanları anlamak sıkı bir birikim, hız ve pratik gerektirir. Bugünlerde bol bol dizi izlemek bu sorunu kısmen çözmüş görünmektedir. Ama yolun başında olanlar için şöyle az dolu bir native speakers diyaloğu ciddi bir külfet anlamına gelir. Adamı resmen yorar bu konuşmalar! Böyle durumlarda öğrencilerimizin geleneksel mazeretleri vardır: Kayıttakiler ya inanılmaz hızlı konuşuyorlardır ya da orada söylenen şeyler buradaki kulağa net bir şekilde ulaşmıyordur (Çok yutuyorlar hocam!) Bu bakımdan Listening her zaman zorlayıcı bir aktivitedir. Sınavlarımızın Listening bölümü bittiği an bazen salonda düşük yoğunluklu bir uğultuyla birlikte gülüşmeler duyulur. Kalemini bir kenara atanlar bile olur.


3.

Writing becerisi de kendine özgü dertler getirir. “Aklıma yazacak bir şey gelmiyor, hocam” en sık duyduğumuz yakınmadır. Çünkü Türkiye’de kimse kuş gözlemlemeye gitmez! Hobilerimiz, ilgi alanlarımız sınırlıdır, olduğunda da onları hayata geçirecek ortam pek olmaz. Gerçi akla bir şey gelse ne olacak? Onu düzenli bir şekilde yazıya dökmek çetin bir iştir. Bu, öğrenmekte olduğumuz yabancı bir dilde geçerli değildir sadece. Kişinin ana dilinde bile okunaklı, sürükleyici şeyler yazması öyle kolay bir iş değildir- kendimden biliyorum!


4.

Speaking en zor olan mı acaba? Sanırım çoğu öğrenci böyle düşünüyor. Zaten nihai hedef de budur. Konuşabiliyorsanız, diğerlerini zaten bir şekilde yapıyorsunuz demektir (-generally speaking, I mean!) Ama konuşma pek sonra gelir. Türkiye’de herkesin bir “Anlıyorum ama konuşamıyorum” dönemi vardır. Ben burada yine duramayıp bir Ortaçgil göndermesi yapayım: Anlamak konuşmaya yetmez!

 

Dilimizin Bilgisi


Bu dört becerinin yeter miktarda dilbilgisi istediğini söylemeye gerek yok. Ne var ki eğitim sistemimiz gramere ve tablolara geldi mi yeter nedir bilmez. Konuşma yok, yazmak yok, ama Present Simple her daim yeniden anlatılır. Geniş Zaman kritik bir konudur. Bu aralar daha az, ama eskiden öğrencilerimizden en sık duyduğumuz soru, bu dönem kaç tense göreceğiz, sorusuydu. Biz ulus olarak zaman kiplerine büyük önem veririz, bunun için zamanımız pek geniştir!


Ama işin bitirici kısım sözcüklerdir. Dört becerinin de olmazsa olmazı, hepsinin tutkalı aslında kelime bilgisidir. Sözcükleri öğrenmek, onları hafızada tutmak saatlerce mesai ister. Ama başka çare de yoktur. Sözcükler şarttır. Onlar olmasa kime ne söylenebilir!


Denize düşen


Uzun sayılabilecek bir KPDS-UDS-YDS ‘kariyerinden’ sonra kendimi Zoom’da ekran paylaşırken buldum! Aradaki akademik dünyada yaşanan kriter değişimlerini, salgının başlamasını, uzaktan eğitime geçişi falan geçiyorum. Bir süredir Talk From Home adı altında Zoom’da yaptığım birebir derslerden şu (sanırım zaten bilinen) sonuca vardım: Dil eğitiminde çok az şey, konuşmak ve bir şeyler söylemek zorunda olmak kadar öğretici! Çok az şey o an karşılanması gereken bir ihtiyacın sağladığı kalıcılık duygusunun yerini tutuyor. Şu bir gerçek ki konuşmak ve diyaloğu sürdürmek mecburiyetinde olmak bir yapının veya sözcüğün daha etkin ve hızlı bir şekilde yerleşmesine imkan tanıyor. Ben bilinen bir kıtayı yeniden keşfetmiyorum bunların söylerken, hele kısa bir yurtdışı deneyiminin bile kişinin dil düzeyini ne kadar değiştirdiği hepimizin malumuyken.


Bir iki anı-vaka, minik-örnekle söylemek gerekirse: Konuşmamız esnasında iki cümleyi birbirine bağlarken öğrencimin durakladığını gördüğümde, mesela, at such times, diyorum. Muhatabım ipi oradan alıp tırmanmaya devam ediyor: At such times, I become more talkative. Bazen de karşımdaki kişi daha önce hazırlandığı ama arada kontra sorulara maruz kaldığı bir konuda güzel güzel bir şeyler anlatırken, aniden durup "göz-lem-le-mek...” diye mırıldanıyor, ben de hemen imdada yetişip puzzle’ın eksik parçasını uzatıyorum. Benim tecrübeme göre, yani sonraki derslerden anladığım kadarıyla, konuşmacının yaşadığı bu instant epiphany çarpıcı bir öğrenme deneyimi sunuyor kişiye. Ya da mesela, şu That’s the whole idea, ifadesini ele alalım. Bu tip bir ifadeyi başka iki kişinin konuşmasında duymakla, onun direkt yüzünüze söylenmesi arasında bir fark olmayacak mı? Şüphesiz, oluyor. Şu kullandığım “duymakla” sözü bile belirleyici burada, çünkü çoğu zaman böyle şeyleri duymuyoruz da.

 

Gerçeklik ve İçtenlik


Geldik en önemli meseleye! Yukarıda anlatılanlar bir yana, bizi asıl konuşturan şey duygularımızdır. Arkadaş toplantılarını düşünün: Üstüne az düşündüğümüz, bizi o kadar da ilgilendirmeyen konularda edecek pek bir laf bulamayız. Konuşmayı canımız istemez hiç. Ama işin içine öfke, mutluluk, şaşkınlık gibi hisler girince konuşmamız değişir, daha içten hale gelir. İngilizce meselesinde de durum farklı değil.  Gerçeklik duygusu bizi yüzeysel sözler söylemekten alıkoyar. Mesela, en iyi arkadaşımız hakkında konuşurken hissettiklerimiz ve gözlerimizde beliren parıltı söyleyeceklerimizi destekler. Sevdiğimiz, bildiğimiz bir filmi daha bir hararetle anlatırız. Aynı şekilde gender konuşurken, Bir Başkadır'daki bir karakteri çekiştirirken ya da Boğaziçi meselesini tartışırken, yani biraz takık olduğumuz konularda İngilizcemiz de akıcı hale gelir. O kadar ki o ana kadar belki biz bile bunun farkında değilizdir.


Hasılı gerçeklik duygusu, sahicilik hissi yaratıcılığı besler. Konuşmanın anlamlı olmasını sağlar ve bu da bizi daha ikna edici yapar. Duygular karşımızdakine böylece daha rahat geçer.


E, durum edebiyatta da böyle değil midir? Sanatta da böyle değil midir? Sorarım size.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Hep neden biz Türkler İngilizce eğitimi almamıza rağmen konuşamıyoruz derdim .Biz bebeklikten önce dinleme _anlama_kelime ve konuşma en son okuma yazma ile dilimizi öğrenirken İngilizce bize önce okuma yazma sonra en son konuşma sırası olduğunu farkettim.Bence de en etkili Speaking. Ama neden hala reading ve tenselerle boğuşuyor herkes en başta

Adsız dedi ki...

Ellerinize sağlık çok güzel ve gerçekçi tespitler içeren bir yazı olmuş.

                    KİTAPLAR ÇEVRELER Bir Gazetecinin Edebiyat Adamı Olarak Portresi I. Metin Münir’in Zavallı Kalbimi Rahatlat adlı...