24 Haziran 2016 Cuma

İŞTE DENİZ MARİA!

Bu tip mütevazı blog yazılarıyla kimi edebiyat eserlerinin bilinirliğini bir parça da olsa arttırmak mümkünse eğer, bu eserlerin arasında Ferit Edgü’nün öyküleri mutlaka olmalı, diye düşünüyorum. Edebiyatımızda neredeyse kendi adıyla özdeşleşen çok kısa öykü türünün -bence- en yetkin örneklerini verdi, veriyor Ferit Edgü, nicedir sessiz sitemsiz yaşadığı köşesinde. Duyarlılığı, anlatım üslubu, hayata ve insana bakışıyla özel bir yazar o; Hakkari’de Bir Mevsim gibi Türk edebiyatının doruk romanlarından birine imza attı ve yazdığı nice hikâyede kullandığı yenilikçi tarzıyla pek çok genç yazarın önünü açtı. Yazar ve Yazman, İnsan Kokusu, Adlar gibi yukarda bahsettiğim çok kısa öykü türünün çok güzel örneklerini okuduk onun kaleminden. Ayrıca Hakkâri’de Bir Mevsim’in parçalı yapısının kısmen bu özel türle örüldüğünü söylemek de mümkün.


Bir edebi tür olarak Öykü’yü tanımlamak yeterince zorken bir de başımıza çok kısa öykü mü çıktı, demeyin. Anlatmaya çalışayım: Bir filmin veya bir romanın da hikayesi / öyküsü oluyor, bunu bir kenara koyalım (The story takes place in...)   Bunun yanında çok  uzun olmayan, sözcük kullanımı açısından daha ekonomik ama yoğun, etkili bir dille yazılmış metinlere İngilizce’de short story demişler kestirmeden, bu türü deneme ve romandan ayırmak için. Ama işte Öykü’nün de sınırları ve içeriği belli bir şablonla tarif edilmiyor. Birkaç sayfa olanlar var, Nobeli Edebiyat ödülü sahibi Alice Munro’nunkiler gibi 60 sayfayı bulanlar da. Bazen bu hacimde (60 -70 sayfa) bir anlatının kısa roman / novellla olarak da tanımlandığı görülüyor. Kuşkusuz, uzun veya kısa olmasını bir metnin niteliğini belirleyen şeyler arasında sayamayız ama bunun üretim aşamasında yazarın kafaya taktığı meselelerden biri olduğunu biliyoruz. Mesela Stephen King bir röportajında 22000- 25000 sözcük arasını “Yazarın Alacakaranlık Kuşağı” olarak tanımlıyordu: Öykü olmak için çok uzun, roman olmak için çok kısa!

Bir de bu yazının konusu olan çok kısa öykü var. Şimdiye dek çeşitli yayınlarda farklı isimlerle rastladım ona: Küçürek öykü, mikro öykü, minimal öykü, çok kısa öykü. Anlaşılan, şu bildiğimiz Öykü’den daha kısa, daha net ve daha yoğun bir yazı formu bu. Bazen kısacık, tek bir paragrafla, bazen birkaç konuşma çizgisi yardımıyla, kalıcı ve tok bir etki yaratan mikro metinler. Ne kadar sıkı örülürse etkisi o kadar büyük olan. Hele Ferit Edgü gibi ustaların kaleminden çıkmışsa.... Bu türe İngilizce’de short short story de denildiğini gördüm, biraz garip bir isimlendirme olduğunu kabul ediyorum. Bilinenin tekrarı: Hayatta bazı şeyleri tanımlamak ve isimlendirmek her zaman kolay olmuyor.

Tanımlamak kolay olmayabilir ama sağlam bir örnek bize neyin, ne olduğu konusunda net bir fikir verecektir. Ferit Edgü’nün Toplu Öyküleri’nde sevdiğim, defalarca okuduğum bir çok metin var doğrusu, henüz okumayanlara bu kitabı hararetle öneriyorum ve buraya –bence ismi bile başlı başına bir şiir olan- İşte Deniz Maria!’yı alıyorum:

                        ECCO IL MARE, MARİA!

Sabah çok erken, kahvaltımı etmeden inmiştim kıyıya.
İn-cin top oynuyordu.
Bir süre yüzdüm. Sonra, havlumu serdiğim şezlonglardan birine
uzanıp sabah güneşinin gelip bedenimi ısıtmasını beklemeye
koyuldum.
Bir ara, ilkin korkak ayak sesleri, sonra bir yabancı dilde konuşmalar
geldi kulağıma.
Uzandığım yerden doğrulup baktım.
Bir örnek siyah giysiler içinde, birbirinin eşi, iki yaşlı kadın gördüm.
Çok yaşlı ve çok kısa boylu ikiz kız kardeşler.
Biri, öbürüne,
-Ecco il mare, Maria! dedi.
Maria, sol eliyle eteğini hafifçe çekti, tam dizlerinin üstüne dek.
Sonra sağ eliyle, denize inen merdivene tutunup, sol ayağını
dalgasız sabah denizine soktu.
Elimden olmadan gülümsedim.
Beni fark edip rahatsız olmamaları için de, yanı başımda su içen
kuşları ürkütmekten sakınırcasına, usulcacık şezlonga uzandım.
Bu arada, onların aralarındaki  konuşmalara  ya da denize girip
çıkarken çıkardıkları seslere kulak kesilmiştim.
Ama hiçbir ses yoktu. Denizden en küçük çırpıntının sesi
gelmiyordu.
Meraklanmıştım. Gözlerimi açıp doğruldum. Çevreme bakındım.
Hiç kimseler yoktu. Bir-iki sabah martısı. Hepsi bu.
Ama havadaki o üç sözcük ve ayağını suya değdiren yaşlı, küçük
kadın imgesi orda, havada aslı duruyordu.
- Ecco il mare, Maria!




                    KİTAPLAR ÇEVRELER Bir Gazetecinin Edebiyat Adamı Olarak Portresi I. Metin Münir’in Zavallı Kalbimi Rahatlat adlı...