Talk From Home bir fikrimi iyice pekiştirdi. Sistematik bir disiplin
isteyen tüm beceri edinme süreçlerinde kişisel özelliklerin ve durumların yeri
tartışılmaz. Kişinin ilgisi, konuya olan mesafesi ve süreç boyunca kendisine (ders) çalışmak için ayırdığı zamanı kullanış şekli belki düşündüğümüzden de büyük bir rol oynuyor. Bana
öyle geliyor ki dil öğreniminde ödev konusuna da bu dikkatle yaklaşmak
gerekiyor. Tabii ben burada İngilizceden bahsedeceğim. Eğer önemli olan ilerlemek ve mesafe
kaydetmekse, hazırladığımız ödevin onu sunduğumuz öğrencinin ihtiyaçlarına
direkt hitap etmesi şart. Öğrenen kişinin tam o andaki dil düzeyi, yaşı,
hafızasının etkinliği, geçmiş eğitim süreçleri ve hatta bunun sonucu olarak
Türkçeyle kurduğu ilişki, tüm bunlar geniş bir yelpazeye yayılıyor. Süreç
içinde bu unsurların az biraz boşlanması bile, çoğu durumda, öğrencinin henüz
hazır olmadığı bir ödevle karşı karşıya kalmasına yol açabiliyor. Bu bakımdan,
diyelim, noun clause konusunda herhangi bir kitaptan alınan beş sayfalık
bir ödev pek de amaca hizmet etmeyebiliyor. Öte yandan, verili bir kişi veya
grup için hazırlanmış ve verili bir duruma göre düzenlemiş bir sayfalık compact
bir çalışmanın çok daha etkili ve ilerleme sağlayıcı olduğu durumlara tanık
oluyoruz. Burada, aşamaları sıraya koyma, materyal seçimi, çalışılan konuya
dair yoğunluk ve doz ayarları gibi kıstaslar herkes için ayrı bir reçete
gerektiriyor.
Hukuktaki ‘suçun şahsiliği’ ilkesini
ben -biraz da şaka yollu- buraya uygulamak istiyorum ve her ödev herkese uymaz,
uyamaz, demek istiyorum. Nasıl bir kişiye başkasının işlediği suçtan dolayı ve/veya
ona nispeten bir ceza kesilemiyorsa, kesilmemeliyse, ortaya karışık bir ödev
toplamı da öğrencinin asıl ihtiyacı ile örtüşmeyebiliyor. Deneyimlediğim ve
anladığım kadarıyla, burada asıl ihtiyaç dediğimiz şey de sürekli yeniden
şekillenen ve her ders sonu tazelenen dinamik bir sürecin içinde evriliyor,
zamanla değişiyor.
Diğer branşlarda belki durum bu kadar
çetrefil değil. Dil çok kişisel bir alan ve birden fazla bilişsel beceriyi
devreye sokmayı gerektiriyor. Daha iyi konuşmak, daha güzel yazmak, daha etkili
ifadeler kullanmak, daha hızlı anlamak ve net anlaşılmak… İngilizce dersi söz
konusu olduğunda, bir konu başlığının dört beş ayrı seviyede (veya
ara-seviyede) konuşulabildiğine çok tanık oldum. Bu yazıda kişisellik diyerek
anlatmaya çalıştığım şeyde bu durum daha belirgin bir hale geliyor. Yani yüz
kişi, yüz ayrı seviye demek!
Ödev bu anlamda yalnız yapılan bir
eylem. Yalnız olmasa da ders dışı, ders sonrası diyelim. Bu işe az çok bulaşan herkes sürecin self-study kısmının ne kadar önemli olduğunu farketmiştir. Öğrenciye bir önceki derste verilenden ve ondan bir sonraki derste beklenenden çok
daha fazla şey içermesi bir ödevin etkinliğini kırabilir. Ve az önce asıl
ihtiyaç dediğim şeyin net tespiti de her zaman kolay olmaz. Bazen asıl ihtiyaç
geri dönmektir.
Dediğim gibi, yabancı bir dil
öğrenirken işin içine ana dildeki arızalar, sosyal hayattaki konumumuz, insan
ilişkilerimiz, iletişim becerilerimiz, genel kültür düzeyi, hatta dünyada olup
biteni izleme yoğunluğumuz ve bunu yapış biçimimiz gibi ölçütler de devreye
giriyor. Bu son saydıklarımın akademik konular olmaktan çok yaşamla ilgili, human
interest alanlar olduğu açık. Sosyal medyada zaman zaman gördüğümüz ‘İngilizce
bir ders değildir’ başlıklı hesaplar da herhalde bu gerçeğe işaret ediyor. İşin
self self-study kısmına dair içerik üretimi bu kişisel, yaşamsal ve psikolojik
unsurları da hesaba katmak durumumda.
Suçun şahsiliği, ödevin şahsiliği… Ülkemizde birincisi her zaman tartışma konusu. Eğitimciler ikincisine çok kafa yoruyor mu, emin değilim. Tespit etmek zor, hatta imkânsız biliyorum, ama buna yönelik bir araştırma yapılsa, aslında ülkemizde okul döneminde ‘yanlış ödevlerden’ dolayı ne kadar zaman kaybedildiğini görmek üzücü sonuçlara yol açabilir.
Kısacası, bu akşam oturup İngilizce, İspanyolca
ya da, ne bileyim, Çince çalışma planınız varsa ve ödev de yapmanız gerekiyorsa
lütfen dikkat edin: Yanlış bir ödevle boğuşuyor olabilirsiniz!