23 Aralık 2013 Pazartesi

Birimiz Hızla Büyür Diğerimiz Yavaşça Yaşlanırken Oldu Her Şey

Aras bebekti. Sekiz aylık falan. Yanına gidince kendime geliyordum. Birlikte yerlerde yuvarlanıyor, emekliyor, oynuyorduk. Bir gün koltukaltlarından tutup onu havaya kaldırdım. “Ben seni rüyamda görmüştüm, biliyor musun?” dedim, “sen daha doğmadan önce yani”. Doğal olarak ne Rüya’yı anladı Aras bebek ne Gördüm’ü ne de Doğmadan Önce’yi. Öyle gözlerini kırpıştırıp baktı sadece.

İlerleyen zamanlarda bu oyunu- oyun denirse buna- birkaç kez daha tekrar ettim. Tabii şu an hatırlamıyorum, ne zamandı bunlar. Aras belki iki yaşına varmamıştı daha, belki de üç yaşını yeni geçmişti. Belki bir kış günüydü, kar vardı dışarıda ya da ne bileyim belki bir bahçede, yıldızlı bir gökyüzünün altındaydık. Ne zamandı? Bilemem. Birimiz hızla büyür diğerimiz yavaşça yaşlanırken oldu her şey. ‘Rüya’ demiştim ona yine. Ses yok. ‘Sen daha doğmamıştın’. Ses?

Geçenlerde uykudan önce (beş yaşın içindeyiz an itibariyle) iki kısa masal okudum Aras'a. Birini o seçti birini ben. Kitaptaki her masalın başında o masalda işlenilen mesaj belirtilmiş. Onun masalının konusu sabırlı olmaktı, benimkisinin de yardımseverlik. Aras masalları dinledi, dinledi... Okumam bitince ışığı kapatıp yanına uzandım. Koyu karanlıkta bir süre bakıştık. Sonra yine aynı şeyi yaptım: “Ben seni rüyamda gördüm biliyor musun", dedim. "Hem sen daha doğmamıştın.” Bu kez meraklandı: “Nasıl yani?”, dedi. “Bilmem ki” dedim “Görüverdim öyle işte.” “Hayır”, dedi kızgınlıkla, uykusu geliyordu artık: “Ben nasıldım yani, onu soruyorum?”

Karanlığın içinde azıcık gerileyip baktım yüzüne:
“Yani böyle bir şeydi işte…” dedim.  “Beyaz yüzlü, güler yüzlü bir oğlan çocuğu.Işıklı.
Kısa bir an düşündü Aras, “Güzelmiş” dedi.
Başkaca bir şey konuşmadık. Rüya bahsi burada kapandı. Az sonra göz kapaklarının ağırlaştığını gördüm. Karanlık o kadar koyu değildi artık.

   

8 Aralık 2013 Pazar

MEMLEKET VE KİTABEVİ

Necati Mert’in son kitabı Memleket Kitabevi’ni 25 Kasım’da, yani Öğretmenler Günü’nden bir gün sonra aldım. Kitabın başındaki, kabaca ‘70’li yılların ideolojik ortamında öğretmen olmak’ şeklinde adlandırabileceğim bölümleri zevkle -ve biraz da bugünün dünyasıyla karşılaştırarak- okudum. Doğrusu, birinci bölümde anlatılanlar (bir öğretmen yazarın zoraki kitapçıya dönüşmesinin hikayesi) kitabın sonraki bölümleri için de zevkli ve ilginç bir okuma vaat ediyordu.

‘Hikâyem Adapazarı’
Bir söyleşi tadında yazılmış Memleket Kitabevi. Necati Mert, kamuoyunda daha çok yetiştirdiği futbol şöhretleriyle bilinen bir şehrin, Sakarya’nın, kendi deyimiyle uzun süre ‘sükut suikastına’ maruz kalmış edebiyatçısı. Bir hikâyeci. Bilenler bilir, Adapazarı Havuzlu Çarşı’da Gelişim adında bir kitabevi var Necati Mert’in ve 40 yıllık bir esnaf olarak da insana dair pek çok hikâyesi. Mert, kitabevi sahibi ve yazar kimlikleriyle kişisel öyküsünü anlatırken şehrin ve ülkenin tarihine de kayıtlar düşüyor. Şurası net : ‘Kitap’ bir nesne ve imge olarak tam merkezinde olmuş bu hayatın. Bu tarafta bir alım satım meselesi var: Ders kitapları, ansiklopedi satışları, bitmek bilmez yayıncı, toptancı arayışları, dağıtımcılar. Öte taraftaysa, daha derinde, bir yaratma / üretme meselesi duruyor: Öyküler, edebiyat dergileri, Adapazarı üzerine yazılan denemeler.

Kitabı okurken Havuzlu Çarşı’daki kitabevinin müdavimlerinden biri oluyorsunuz siz de. Çaylar ‘orta demlikten’ gelmiş gibi keyiflisiniz. Çok hızlı ve sert geçen yakın tarihin içinde sakince ilerliyorsunuz. 70’lerdeki ‘Öğretmen Hareketi’, Milliyetçi Cephe’li, sonra Özal’lı yıllar, Refah Partisinin yükselişi, deprem ve çadırda geçen günler. Türkiye’yi Adapazarı’ndan okumak, Çark Caddesini, Bulvarı bir de kitap sayfalarında dolaşmak hoş oluyor. 

Pasajımdan İnsan Manzaraları 
Esnaf olup da çeşit çeşit insana denk gelmemek olur mu! Dükkan aynı zamanda bir sohbet, bir fikir alışverişi meydanı. Devamlı gelen dostlar, zamanla değişen müdavimler var. Burada sanat ve edebiyat üzerine konuşulur, siyaset ve askeri vesayet hakkında fikirler serdedilir, sonra eğitim politikaları var, şehrin sanayileşmesi var, 11 Eylül ve 'Ne olacak bu dünyanın hali?' var... Ya müşteriler? Necati Mert esnaflık hayatında her türlüsünü görür. Kitap bu açıdan gayet zengin. Kimi bölümlerde sizi gülümseten huysuz bir mizah da cabası. Kimler yok ki Havuzlu Çarşı’da: Havuzdaki suda önce süpürgesini sonra kirazını yıkayanlar, dantele fotokopi çektirmek isteyenler, kitapçıda varis çorabı arayanlar, kapıda durup silme kitap dolu dükkana bakarak ‘Kitap var mı?’ diye soranlar ve çocuğuna kitap almaya gelip de onun kaçıncı sınıfta olduğunu bilmeyenler.

Yazıyla İşimiz
Bir bölümde geçip giden mesleklere yanıyor Necati Mert. Daha doğrusu oradan buraya yazılı kültür aktarımının hiç olmaması dertlendirir yazarı. Bu bölümde insanımızın yazıyla imtihanını ve kendi kitapçılık mesleğinin geleceğini deşer biraz da. E, e-kitap iyice geliyor gibidir. Yoksa kitapları ve kitapçıları da mı benzer bir son beklemektedir?

               Hay Allah! Yakında temelli gidecek bir işin bizim dükkândaki kırk yıllık hikâyesini anlatmaya kalkmışım heyecanla. Vaz mı geçsem? Gitmiş mesleklerden hikâyeler olsaydı elimizde, Bellini’nin Fatih portresi kadar kıymetli olurdu bugün. Vazgeçmem. Vaktiyle gidenler: Ellerinde havanları ve tokmaklarıyla mualiçler, gür sesli muadiler yani tellallar, kılı kıla katan çulcu esnafı mutaflar, süslü gümüş ustaları savatçılar, semer yapanlar, ayna yapanlar, perdah yapanlar, tabak dediğimiz deri dövücüler… envaitürlü zanaatkar, imalatçı, tamirci ve esnaf uğraşlarının geçici olduğunu görüp mü yazmadılar? Hayır, yazmak yok geleneğimizde. Yazmak, kişinin hele yapıp ettiğini yazması ayıp mı sayılıyor ne? Oysa gidici olduklarını görmüşlerse de yazmalıydılar. Yazsalardı o insanlar -evet- kendilerini fakat aslında memleketlerini anlatmış olurlardı. Memleket anlatılır. Şu kırk yıl içinde memleketin gördüğü her şeyi kitabevim de gördü. Yoksa adını Gelişim değil de Memleket Kitabevi mi koyaydım. (sf 70 / 71)     

Dedik ya, futbolcularımız ünlüdür; ama bu şehrin Sait Faik'in yanı sıra başka değerli edebiyatçıları da vardır. Onlar, yani Necati Mert, Kerim Korcan ve Faik Baysal işte burada, Memleket Kitabevi'ndeler.

Bir başka deyişle size bir kitabevi kadar yakınlar!   






                    KİTAPLAR ÇEVRELER Bir Gazetecinin Edebiyat Adamı Olarak Portresi I. Metin Münir’in Zavallı Kalbimi Rahatlat adlı...