13 Eylül 2015 Pazar

BÖYLE OLUR KÜÇÜK ŞEHİRDEKİ YAZAR ADAYININ ATÖLYESİ

I.
Kitabevine giriyoruz. Hemen sağdaki reyonun önünde duruyorum. Aradığım, orada. Uzanıp alıyorum ve bir yere çöküp işaret parmağımla İçindekiler’in üzerinde hızla dolaşıyorum. Ve sayfayı açıyorum. Aras, başımda:
-Bak!
-Bu ne baba?
-Sence ne?
Aras biraz eğiliyor, sayfanın üstünde adımı okuyor.
-Bu ne baba?
-Bu, bir öykü.
-Baba, bu kitabı sen mi yazdın?
-Bu kitap değil, bir dergi. Buraya herkes yazı yolluyor, dergiyi çıkaranlar o yazıyı beğenirlerse dergide yayımlıyorlar.
- Seninkini beğenmişler mi?
- E, beğenmişler ki buraya koymuşlar.
- Anladım.
- Aferin!
-Baba, sen şimdi ünlü mü oldun?
- ???

II.
Aras’a gösterdiğim öykünün adı Caner. Notos’un 45. sayısı. Geçen yıl Nisan. Caner derginin sayfalarına ulaşana kadar ciddi bir evrim ve uzun bir yolculuk  geçirdi aslında. Bu da işte öykünün hikayesi:

İlk hali sanırım iki sayfaydı, 400 kelime falan. 2008 ya da 2009 olacak, Notos’a ilk o zaman yollamıştım. İnan Çetin değerlendirme yazısında yaklaşık olarak, “Kurgusu zayıf, kurguya daha çok eğilmeniz lazım” diye yazdı. Ve haklıydı. Sonra ben Caner’i biraz daha genişlettim, onu önceden yazdığım başka bir metinle –öyküleştirerek- birleştirdim. Ve biraz daha işledim. Bir zaman sonra Varlık’a yolladım. Hatice Meryem “Bu ay giriş paragrafı en güzel öykü sizinkisi,” diye yazdı. Bu güzel bir haberdi, ama işte hiçbir dergi öyküleri giriş paragrafları için yayımlamıyordu! Öte yandan, bunun ciddi bir teşvik olduğu da yadsıyamazdım; devam ettim. (Hatice Meryem bu tarihten bir kaç ay sonra Hastane Kendimize adlı öyküme onay verecek ve bu, benim bir basılı dergide çıkan ilk öyküm olacaktı.)

Biraz daha zaman geçti. Belki bir yıl. Arada başka şeyler yazdım, çeşitli dergilerde bir iki öyküm daha çıktı. Caner’e de ara ara dönüp düzeltmeler yaptım. Öykünün üzerinde çok oynadım ama ismi hep aynı kaldı. Sonra, devir sosyal medya devri,  bir şekilde Semih Gümüş’e ulaştım. Semih Bey öyküyü okudu ve o haliyle bir dergide yayımlanacak seviyede olmadığını söyledi. O zaman çok hayal kırıklığına uğradım, desem yalan olur. Bazen (yetkin) birinin size “Bu olmamış” demesi de bir şeydir. Olma haline giden yolda pek çok henüz olmama durumu olduğunu gayet iyi biliyorum. Sonuçta ben de bir öğretmenim.


Caner’in ‘hali’ ile ilgili önerileri dikkate aldım, onu dinlendirdim ve ara ara dönüp baktım. Bu arada bol bol Sait Faik ve Memduh Şevket okudum, öyküde olmasını istediğim ton için (rahat, gamsız, sakin ama azıcık dertli) biraz kafa yordum.  Öyküde düzeltmeler yaptım ve birkaç sayı geçtikten sonra Notos'a yine yolladım.

III.

Beklemek, yazma sürecinde, daha çok da yayımlama sürecinde belirleyici etmen. Daha geçenlerde, bana sırada çok öykü olduğunu, yayın kurulunca onaylanan öykümün dergiye konmasının biraz zaman alacağını ileten bir başka dergi yöneticisine şöyle yazdım: Bu, sorun değil. Yazmak ve beklemek arasında yakın bir ilişki olduğunu artık öğrendim.”

Hasılı, Notos’a ulaşmak için uzun bir yol kat etmesi gerekti Caner’in. Tüm bu hareketlilik bir hiza getirdi yazdığım şeye, yazım sürecinin yenilenmesini, metnin güncellenmesini sağladı. E, zaten böyle olması da gerekiyordu; bunun aksi, öykünün donuk ve kendi içine dönük bir metin olarak kalması demekti ki bu Yazı’nın olgunlaşması önünde en büyük engeldir. Bugün artık bunu daha iyi biliyorum. 

İşbu yazıyı da öykü yazmakla ilgilenen ve arada sırada “Dergilere öykü gönderirken neler yapmamız gerekiyor?”, “Bize dönüyorlar mı?” diye soran genç arkadaşlar için, bir de “Yok abi, mutlaka editör bir ahbabın olacak, tanıdığın olmadan hayatta yayımlamazlar” diye düşünen şüpheciler için yazdım.

                    KİTAPLAR ÇEVRELER Bir Gazetecinin Edebiyat Adamı Olarak Portresi I. Metin Münir’in Zavallı Kalbimi Rahatlat adlı...