
Nuri Bilge Ceylan'ın son filmi Bir Zamanlar
Anadolu'da 'nın öyküsünün geçtiği yerlerde çocukların
böyle bir sorunları yok. Ama yukarıda anlattığıma benzer bir sahne var. Okul bahçesinde oynayan çocukların dışarı kaçan topunu geri göndermek, filmin sadece bir kaç sahnesinde gördüğümüz, ama bir kaç açıdan mağdur olan çocuk karakterine düşüyor. Ve bu isimsiz
çocuk, evrensel bir kurala uyarcasına, topa şöyle bir abanıp onu sahiplerine yolluyor ve annesinin peşi sıra koşuyor. Bir taşra filmi bu. Sadece bu tip yönetmelerin bu tip filmlerini izlemekten hoşlananların sevebileceği bir film. Bir kategoriye
koyamıyorum, ama çok gerçekçi diyaloglara (Kader, Çoğunluk) ve nefes kesici fotoğraflarla bezeli görüntülere sahip olan (İklimler, Sonbahar ve Uzak, ama ille de Uzak)
filmlerden söz ediyorum. Bir Zamanlar Anadolu'da da Nuri Bilge Ceylan
daha fazla diyalog kullanmış ve zaman zaman belli bir tonda
mizah da var. Film insanın üstünde garip bir etki bırakıyor. İnsan yüzüne ve bakışlarına yapılan yakın çekimler,
rüzgarda sallanan ağaçlar ve
yukarı kaldırılan pardösü yakaları, karanlığın içinden yüzer gibi geçen araba farları ve mesleklerini büyük bir doğallıkla yaparken aslında hiç yaşamayan
insan tekleri. Sinemadan çıktığımda yüzümü
yıkarken, kapalı otoparktan ayrılıp şehrin giderek azalmakta olan aydınlığına karışırken ve sınıfta camdan dışarı baktığım zaman ağaçların rüzgarda kıvrandığını gördüğümde filmden sahneler geliyor
gözümün önüne. Bu da, pek çok başka şeyin arasında, bir yönetmenin başarısı olarak
görülebilir.
Filmde kadın yokmuş! Yok tabii, siz ne
zannetmiştiniz? Taşrada kadın hep
içerdedir. Hele köylerde, bir ömür boyu evinden ayrılmayan, bakılması gereken
hayvanları ve işlenmesi gereken ürünleri olduğu için, çoktan büyük şehirlerde modern bir hayat
kurmuş olan oğullarının ve
kızlarının yanına henüz bir kez bile gitmemiş yüzbinlerce kadın var. Küçük ilçelerde genç bir kızın çarşının bir ucundaki görüntüsü öbür uca heyecan getirir. Taşrada delikanlıların Kasabanın En Güzel Kızı'nı görmek için -okul zamanı falan değilse eğer- günlerce çaresizlik
içinde bekledikleri olur. Filmde savcı, polis, doktor, şoförler ve zanlıların muhtarın evinde hep birlikte yemek yediği sahne birden fazla seyredilmeyi hak ediyor. Elektrikler kesildiğinde (kesilir tabii, siz ne zannetmiştiniz?), muhtarın
kızı bir kaç yerde elinde gaz lambasıyla görünüyor ve onun güzel duru
yüzü bu yorgun adamların ruhunu, o lambanın odayı aydınlattığından bin kat daha fazla aydınlatıyor. O gece ve ertesi gün kendi
aralarında “Lan güzel kızmış ha!” diye atıp
tutuyorlar, bu şekilde hayata tutunmak
istiyorlar.
Muhtarı oynayan Ercan Kesal çok başarılı. Onu, Üç Maymun'daki kusursuz oyunundan ve konuşurken yüzünde biriken terlerden hatırlıyorum , ama buradaki muhtarın o
olduğuna ancak internette birkaç fotoğrafını görünce ikna oluyorum. Muhtarın, aslında onu hiç dinlemeyen
savcı beyi (savcım, ha savcım!) bir ihale için sıkıştırması ve yemeğin ortasında elektrikler
kesildiğinde “Gelir, gelir elektrik de gelir su da
gelir, hadi yiyelim” diyerek 'durumu kurtarmaya' çalışması çok hoştu.
Anadolu'da bazı yerler hiç değişmiyor. Çocukluğumu geçirdiğim köy otuz yıldır aynı
mesela- böyle yerlerde tüm zamanlar bir. Ve ilerlemenin, kalkınmanın
olmaması bir yana , daha kötüsü var: Artık böyle
yerlerde, çocuklar 'başkalarının topunu' beklemek
istemedikleri için bu köyleri, yaşları neredeyse o köyün yaşına yakın ihtiyarlara bırakıp gidiyorlar. Bu da bence, Anadolu söz konusu
olduğunda, sayısı pek çok olan 'büyük
çaresizliklerimizden' biri... Ve dünyada bazı insanlık halleri de hiç değişmiyor. Bir Zamanlar Anadolu'da
için şunu söylemek filmde zaten örtülü bir
biçimde verilen insan hikayelerini açığa çıkarmak anlamına gelmez sanırım: Belki de Nuri Bilge Ceylan'ın
bu filminde kurak, eksik ve yaralı
olan bir yer değil, insanın kendisidir.
Belki burada anlatılan öykü, o uçsuz bucaksız toprakları, ağaçsız tepeleri, birbirinin aynı çeşmeleri ve uzayıp
giden yollarıyla bir coğrafyanın değil, bizzat insanoğlunun öyküsüdür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder