Hiçbir süs
istemez görkem, eksikle fazla arası
tastamam
Yontu / Enis Batur
Belirli bir kitaba eğilen tanıtım
ve inceleme yazılarında okuyucuya o kitapla ilgili net bir fikir vermenin yollarından
biri de şüphesiz eserin içeriğinden alıntılar yapmaktır. Böyle durumlarda, yapıttan
direkt olarak nakledilen kimi bölümler, çarpıcı pasajlar yazıyı çevreleyen tüm
teknik konuları tamamlar niteliktedir. Melville’in başyapıtı Moby Dick’in bu
bakımdan hatırı sayılır bir repertuar sunduğunu söylemek de yeni, sıra dışı bir
saptama olmayacaktır. Fakat burada yapacağımız ilk alıntıyı bu güçlü romanın
kendisinden değil Melville’in Sophia Hawthorne’a yazdığı bir mektuptan
seçtik: Aşağıda okuyacağınız satırlar Moby Dick ile ilgili olmakla beraber
aslında tüm iyi sanat yapıtlarının -kısmen anlaşılmaz olan- doğasına yapılan
bir gönderme olarak da alınabilir. Melville’in cevabi mektubundan anlaşıldığı
kadarıyla Hawthorne romanı çok beğenmiştir ve özellikle Fışkıran Hayalet adlı bölümün alegorik yorumlara açık olduğunu
yazmıştır. Melville bu yaklaşımı gayet temkinli karşılar ve şöyle der: “...Ancak, kendim o anlamı düşünmemiştim;
yazarken kitabın tümünün, aynı zamanda bazı
bölümlerinin de alegorik bir yoruma elverişli olduğunu belli belirsiz sezer gibiydim.”
Melville burada bir sanat
eseriyle kurulan ilişkinin doğasına dair önemli şeyler söylemektedir. Yazara
göre bu ilişkide asıl belirleyici olan izleyicinin / okuyucunun algı dünyası, hayata bakışı,
karşısına aldığı sanat eserine kendi zihni yoluyla yaptığı katkıdır:
“Doğal olarak o her şeye ruh katan yaradılışınız sayesinde başkalarından
daha çok insanla temastasınız, aynı nedenle de gördüğünüz her şeyin özüne
varıyorsunuz, dolayısıyla sizin gördüğünüz şey onların gördükleriyle aynı şey
değil, alçakgönüllülükle keşfettiğinizi sandığını şeyleri aslında yaratan sizsiniz”
Hawthorne’un mektubunda bahsettiği
Fışkıran Hayalet adlı bölüm yazınsal
bir şölendir gerçekten de, okyanusta
ufuk çizgisinde görünüp size doğru yavaş yavaş yaklaşan görkemli bir gemi gibi
romanın tam ortasında yükselir. Gizem, ulaşma, kaybetme gibi temaların izinden
giden bu birkaç sayfayı okumak bize edebiyatın ne kadar güçlü bir araç
olabileceğini bir kez daha hatırlatır. Savaş
ve Barış, Germinal ya da İnce Memed gibi diğer pek çok büyük
romanın yaptığı gibi Moby Dick de konu bütünlüğünden bağımsız okunduğunda bile
bize edebi haz verecek pek çok pasaj sunar. Bu anlamda Fışkıran Hayalet’e, Denizde
Yitik, Okullar ve Öğretmenler, Albatros, Marangoz gibi pek çok bölüm
eklemlenebilir.
Romanın iki ayrı düzlemde
ilerlediğini söylemek mümkün. Melville -yani anlatıcı Ishmael- asıl hikayenin
akışına ara ara müdahale ederek okuyucuya bazı teknik konularla ilgili, mesela
balinanın ölçülerine, kafasının ya da alt çenesinin yapısına dair açıklamalar
yapıyor. Bu bölümler konuya yakından ilgi duymayan okurlar için romanı
ağırlaştırabiliyor. Fakat genel olarak bakıldığından bu açıklamalar okuyucunun aslında
ne kadar büyük bir dünyaya girdiğini anlamasına yardımcı oluyor ve onun akan,
dalga dalga gelen hikayeye uyumunu da kolaylaştırıyor.
‘Bu güçlü kuyruğu düşündükçe,
onu anlatmaya gücümün yetmemesine hayıflanırım.’
Herman Melville anlatmayı, konuşmayı
seven bir yazar ve sözü hiçbir yerde geçiştirmiyor. Roman boyunca Ishmael’e sık
sık “Bunu nasıl anlatmalı?” gibi sorular sorduran Melville burada sanki “bir yazar için asıl mesele bir şeyi güzelce anlatmaktır” der gibidir.
Gerçekten de Melville bu tekinsiz deniz seyahatinde geminin ve içindeki
denizcilerin başına gelenleri tatlı tatlı anlatıyor ve yeri gelince güçlü, ince
bir mizaha yaslanmayı da ihmal etmiyor.
Melville’in dilinde deniz,
balina, av, zıpkın gibi kelimeler artık ışıldıyorlar ve sırayla okurun zihin dünyasındaki
yerlerini alıyorlar. Romana dair yazılarda sıklıkla atıf yapılan o şiirsel dil kitabı
sıcak koltuğunda okuyan kişiyi de derhal Pequod’un yolcularından biri yapıyor. Mesela,
Peppin’in denize düşüşünün anlatıldığı sahneler ve Pequod’un bu ‘en önemsiz gemicisinin’
okyanusun ortasında terkedilişinin tasviri gerçekten çarpıcı:
…Suların ortasında zavallı Pip, kıvır kıvır başını güneşe çeviriyordu.
Olanca yüceliğine ve parıltısına karşın, onun gibi tek başına ve yitik olan
güneşe…
Usta bir yüzücü için, hava durgunken açık denizde yüzmek karada yaylı
bir arabada yol almak kadar kolaydır. Ama o korkunç ıssızlık insanı ezer. Taş
yürekli bir sonsuzluğun ortasında kendi benliğine gömülü kalmak! Hey Tanrım! Nasıl
anlatılır bunun ne olduğu? Açık denizde dümdüz sularda yıkanan gemicilere
bakın: Gemilerin yanından uzaklaşmazlar, çevresinde yüzerler hep.
Denizde Yitik adlı bu
bölümde Pippin’in yaptığı, tabiri caizse, bir çuval inciri berbat etmektir.
İkinci düşüşten sonra yardımcı kaptan Stubb ona sertçe çıkışır. Melville, bizce
buraya romanın odak düşüncelerinden birini saklamıştır.
“…Sandala yapış Pip! Yoksa vallahi billahi seni bir daha çıkarmam
denizden. Aklını başına topla. Senin gibileri yüzünden balina feda edemeyiz.
Alabama’da bir balinanın fiyatı seninkinden otuz kat fazladır Unutma bunu ve
bir daha atlama sandaldan.” Bu sözlerle Stubb şunu anlatmak istiyordu belki de.
İnsan insanı ne denli severse sevsin, insan dediğin para kazanan bir hayvandır;
ve para kazanma isteği, iyilik etme isteğinden ağır basar çoğu zaman.
“Gelelim şu bizim balinaya…”
Romanın yazımı ve basım süresinin
uzaması Melville'i birçok açıdan sıkıntıya sokmuştur. Bir süre sonra romanından
-biraz da sitayişle- ‘balinam’ diye bahsetmeye başlayacaktır. Moby Dick onun
için artık sadece romanın adı değil aynı zamanda hemen yanı başında yaşayan
somut bir varlıktır. Kaptan Ahab’ın ve diğer denizcilerin okyanusun ortasında
bu deniz ejderiyle boğuşmasına koşut olarak Melville de odasında romanıyla
uğraşır durur: “Bir kısmı diziledursun,
‘Balina’mla cebelleşmeye devam edeceğim.”
Yine Hawthorne’a yazdığı bir
mektupta şöyle der: “Size tadımlık olarak
Balinanın yüzgecinden göndersem mi acaba? Kuyruk tarafı henüz pişmedi de-oysa
kitabın tümünü kasıp kavuran cehennem ateşinin onu şimdiye dek pişirmesi
gerekirdi.”
Denebilir ki edebiyat tarihinde
çok az yazar yazdığı metni bu derece içselleştirmiştir. Bu bakımdan Moby Dick, Melville
için sadece bir roman değil aynı zamanda yazarın hayatla hesaplaşmasıdır da. Bu
hesaplaşmada yazarın ruh hali, inançları, yaşama bakışı ve onu çevreleyen dış
dünya iç içe geçer.
“Güçlü bir kitap yazmak için
güçlü bir konu gerek.”
Moby Dick’i dünya edebiyatının
zirvelerine taşıyan şey, tek sözcükle söylemek gerekirse, sahip olduğu görkemdir. Yukarıda adı geçen diğer
romanlarda olduğu gibi Moby Dick de insana ait dertler, yalnızlık, kötülüğün
kaynağı, doğanın bilinmezliği üzerine eksiksiz, net bir resim çizer ve bizi bu
konular üzerine düşündürür. Sade kalmakla birlikte gösterişli olmayı da başaran
özel bir dille yapar bunu. Bu tip kitaplarda roman sanatının gücünü hissederiz
ve edebiyatın tadını alırız. Moby Dick’te kişi tasvirleri, olayların anlatımı, doğayla
ilgili betimlemeler kuvvetli ama okuyucuyu boğmayan, pürüzsüz bir dille
yapılmıştır. Özetle, Herman Melville balinanın devasa boyutlarına, okyanusların
uçsuz bucaklığına, yıllara yayılan deniz yolculuğunun tekinsizliğe koşut olarak
romanını ihtişamlı kılmayı bilmiştir.
*Arka Kapak dergisinin 24. sayısında yayımlanmıştır (Eylül / 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder