Yarıyıl tatilinin büyük bölümünü tek ciltte geçirdim.
Gerçi arada başka kitaplara döndüğüm de oldu ama bu nispeten boş zamanımın çoğunu Akan Zaman Duran Zaman’a ve kitaptaki
diğer metinlere ayırmıştım, öyle de yaptım, bu kalın cildin neredeyse tamamını
okudum, yarıyıl tatilinin büyük bölümünde. Melih Cevdet Anday’ın yazı evrenine
yaptığım bu yolculukta dikkatimi en çok çekense şiirler bölümündeki Öğle Uykusundan Uyanırken isimli metin
oldu. Bir şiir değildi -düpedüz bir düzyazı- ama okuyan kişiye verdiği his, algı
dünyasında yarattığı hava bütün bütüne şiirseldi. Seçkide yer verilen diğer tüm
metinlerden alabildiğine farklıydı, özeldi. Bu bakımdan onu ayrı bir kenara
ayırdım ve birkaç kez okudum, bu seneki yarıyıl tatilinde.
Sonra hatırladım, ben buna benzer metinleri daha önce
de okumuştum: Tuzla Piyade Okulunda küçük bir odamız vardı, kütüphane
diyemeyeceğim, isteyenin raflara konulmuş veya masaların üstüne serpiştirilmiş
irili ufaklı kimi kitaplarla biraz vakit geçirebileceği bir yerdi. Hafta sonları
hava dışarı çıkılmayacak kadar kötü olduğunda yahut akşamları –piyade okulunda
böyle avare akşamlarımız da var mıydı?-
bu odaya gider, oradaki kitapları karıştırırdım. Melih Cevdet Anday’ın
deneme veya öykü gibi görünen ama belirgin bir şey de anlatmayan bu metinlerini
-şimdi yazarın onları birer şiir olarak kurduğunu anlıyorum- o odada okudum. Tuhaf
metinlerdi, daha önce okuduğum yazılara
hiç benzemiyorlardı! Şimdi şöyle bir düşündüğümde, bugün çok uzaklarda kalmış
olan bu okuma deneyiminin bende o zamanlar uyandırdığı en belirgin duyguyu şaşkınlık olarak hatırlıyorum.
Bahsettiğim metinler benzersizlikleri, yarattıkları atmosfer ve sahip oldukları
imgelem gücüyle beni düpedüz şaşırtmışlardı. Doğrusu, bu düşsel yazılardan pek
bir şey anlamıyordum, öte yandan kendimi onları okumaktan da alıkoyamıyordum!
Şimdi farkına varıyorum: 1997 yılının Ocak ve Şubat
aylarını Tuzla’da geçirdiğim düşünülürse ben böyle bir metni -belki de bizzat Öğle Uykusundan Uyanırken’i -tam 20 yıl sonra yeniden okuyordum. Zaman
akmış, akmış aynı yazıyı getirip önüme bırakmıştı!
Everest’in yayıma hazırladığı Dünyada Geçirdim Çocukluğumu adlı bu seçkideki romanı (Raziye) henüz
bitirmedim ve oyunu (İçerdekiler) sonraya bıraktım. Kimi uzun şiirlerin içine
giremediğim de doğrudur. Fakat kitabın genelinden büyük keyif aldım. Özelikle
anıları (Akan Zaman Duran Zaman), günlükleri (Bir Defterden) ve mektupları zevkle
okudum. Okuduklarım beni, söz konusu kitapların özgün ve bütün hallerini merak
etmeye ve onları edinmeye de yöneltti- ki bu, birçok başka şeyin yanında,
yapılan çalışmanın, ortaya konan emeğin amacına ulaşması anlamına da gelir.
Melih Cevdet Anday’ın eserinin tek bir cilde
sığmayacağı zaten belliydi. Ben onun sadece bazı ünlü şiirlerini biliyordum, geçmişte
kimi köşe yazılarını da okumuştum. Sanırım Anday, Enis Batur’un Bonnefoy’u
anlattığı yazıda kullandığı ‘yekpare yazı adamı’ tanımına giriyor. Doğrusu, bu
edebiyat devinin yazınımıza kazandırdığı eserler konusunda benim ciddi bir
açığım vardı. Dünyada Geçirdiğim
Çocukluğumu ile bu açığımı kısmen de olsa kapatmış oldum, bu yılki yarıyıl
tatilinde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder