İlk
fotoğraf Robin van Persie’nin bizim hayatımıza -yani Aras’la benim hayatıma-
girdiği günden. Hollandalı imzayı atıyor, biz o zaman Denizli'deyiz, töreni televizyondan
izliyoruz. Biraz sonra Van Persie oğlu Shaqueel ile birlikte çıkıyor sahaya, orada
küçük çaplı bir show yapıyorlar. Top sektirmeler, hava topları, kafa pasları derken biz durumu
biraz da kıskanarak izliyoruz. Sonuçta o, bir dünya yıldızı. Ben böyle durumlarda
taraftarlığı bir kenara bırakıp futbolumuz adına memnun olurum. Tanıtım,
ülkenin imajı, işte dikkatlerin Türkiye’ye çekilmesi... Frank Rijkaard
Galatasaray’ın başına geçtiğinde de böyle düşünmüştüm. Bu tip transferler ligin seviyesinin
yükselmesi, kalitenin artması anlamına da gelir. Jupp Derwall’in, George Hagi’nin futbolumuza katkıları nasıl
inkar edilebilir?
Diğer
fotoğraflar da malum maçtan. RvP 41. dakikada Tosiç’e topsuz alanda tekmeyle
dalıyor, kolunu da onun ensesine dolamış, sonra ikisi birlikte yere
yuvarlanıyorlar, top zaten çok başka bir yerde, atak outla sonuçlanıyor. Burada
kırmızı kartı görense Dusko Tosiç oluyor. Hakemin sonraki hataları da yanlış
iliklenen bu ilk düğmenin maçın gidişatına getirdiği yıkıcı etkiyi hafifletme
çırpınışlarından başka bir şey değil. Sonuçta maç çığırından çıkıyor. Sahaya bazen
yedek oyuncular bazen de taraftarlar giriyor. Yanımda 9 yaşında bu oyunu deli
gibi seven bir çocuk var, futbolun trivoleden, estetik kafa gollerinden, şahane
paslaşmalardan ibaret olmadığını yaşayarak öğreniyor.
Neyse,
bunlar futbolda var, biliyoruz. Bu sporun çirkin ve çirkef yüzü puan için, prim
için veya bazen sadece ego için sıklıkla yeşil sahalarda, basın toplantılarında
arzı endam ediyor. Yöneticiler, ellerinde birer körük, yangının küllenmesine
asla izin vermiyorlar. Ama burada beni şaşırtan şey, bazı Fenerbahçeli taraftarların
galibiyete gerçekten sevinmeleri, normal, adil bir oyunu kazanmış gibi yapmaları oldu. Maçtan sonra yapılan kutlama sözleri, RvP’nin fotoğrafını
paylaşmaları falan -en azından bazı Fenerli dostların- yaşananlardan bir
rahatsızlık duymadıklarını gösteriyordu.
Öte
yandan bunun aksini düşünen Fenerbahçeliler de yok değildi. Yalçın, mesela, maçın hemen ardından şöyle yazmıştı:
Futbol dışında her türlü oyunla kazanmak -hele de rakip 10 kişiyken
- 2 Hollandalıyı mutlu edebilir ama bir Fenerbahçeli futbol sever olarak beni
mutlu etmez...Çirkef, ahlaksız van Persie’nin golünden Musa’nın direkten dönen röveşatası
evladır.
Türk
futbolunu kurtaracak olan şey -tabii onu ille de kurtarmak gerekiyorsa, bilmiyorum belki şart da değildir bu- Yalçın'ın meseleye getirdiği yaklaşımın belirgin
bir yaygınlık kazanmasıdır. Bu profildeki
futbolsever sayısının artmasıdır. Aksi halde 'Biz bitti demeden bitmez' gibi sloganlar katıldığımız turnuvalarda gösterdiğimiz performansla asla örtüşmeyecek!
Şimdi
de çuvaldız: Bu yazının hazırlandığı dönemde Beşiktaş deplasmanda Karabük’le
oynadı, kaybetti. Mağlup oldukları son yarım saat boyunca Beşiktaşlı
futbolcular da centilmenlik ve efendilik
anlamında pek iyi bir sınav vermediler! Ben, kendi adıma, topsuz alanda rakibi
itip kakarak veya hakemi aldatmak için kendini yerlere atarak geliştirilen ataklar sayesinde atılan golleri benimsemem, benimseyemem. Pek çok başka sebep arasında, Aras
öncesi dönemde futbol seyirciliğinden uzaklaşmış olmamın nedenlerinden biri belki de budur.
Şüphesiz
bu yazıda bahsedilen ve binlercesi içinde sadece birer örnek olan çirkeflikler
futbola zarar veriyor. Hangi takımı tuttuğumuzdan bağımsız olarak, haksıza
haksız demedikçe futbolu bir keyif olarak takip edenlerin sayısında düşüş
olmaya devam edecek.
Shaqueel
van Persie de Fenerbahçe’nin alt yapısındaymış. İlerde yetenekli bir futbolcu
olması da kuvvetle muhtemeldir. Acaba o akşam babasını izlerken ne düşünmüştür?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder