Bu tip mütevazı
blog yazılarıyla kimi edebiyat eserlerinin bilinirliğini bir parça da olsa arttırmak
mümkünse eğer, bu eserlerin arasında Ferit Edgü’nün öyküleri mutlaka olmalı,
diye düşünüyorum. Edebiyatımızda neredeyse kendi adıyla özdeşleşen çok kısa öykü türünün -bence- en yetkin
örneklerini verdi, veriyor Ferit Edgü, nicedir sessiz sitemsiz yaşadığı
köşesinde. Duyarlılığı, anlatım üslubu, hayata ve insana bakışıyla özel bir
yazar o; Hakkari’de Bir Mevsim gibi
Türk edebiyatının doruk romanlarından birine imza attı ve yazdığı nice hikâyede
kullandığı yenilikçi tarzıyla pek çok genç yazarın önünü açtı. Yazar ve Yazman, İnsan Kokusu, Adlar gibi yukarda
bahsettiğim çok kısa öykü türünün çok güzel örneklerini okuduk onun kaleminden.
Ayrıca Hakkâri’de Bir Mevsim’in
parçalı yapısının kısmen bu özel türle örüldüğünü söylemek de mümkün.
Bir
edebi tür olarak Öykü’yü tanımlamak yeterince zorken bir de başımıza çok kısa öykü mü çıktı, demeyin. Anlatmaya
çalışayım: Bir filmin veya bir romanın da hikayesi / öyküsü oluyor, bunu bir
kenara koyalım (The story takes place in...)
Bunun
yanında çok uzun olmayan, sözcük
kullanımı açısından daha ekonomik ama yoğun, etkili bir dille yazılmış
metinlere İngilizce’de short story
demişler kestirmeden, bu türü deneme ve romandan ayırmak için. Ama işte Öykü’nün
de sınırları ve içeriği belli bir şablonla tarif edilmiyor. Birkaç sayfa
olanlar var, Nobeli Edebiyat ödülü sahibi Alice Munro’nunkiler
gibi 60 sayfayı bulanlar da. Bazen bu
hacimde (60 -70 sayfa) bir anlatının kısa roman / novellla olarak da
tanımlandığı görülüyor. Kuşkusuz, uzun veya kısa olmasını bir metnin niteliğini
belirleyen şeyler arasında sayamayız ama bunun üretim aşamasında yazarın kafaya taktığı meselelerden biri olduğunu
biliyoruz. Mesela Stephen King bir röportajında 22000- 25000 sözcük arasını
“Yazarın Alacakaranlık Kuşağı” olarak tanımlıyordu: Öykü olmak için çok uzun,
roman olmak için çok kısa!
Bir
de bu yazının konusu olan çok kısa öykü var.
Şimdiye dek çeşitli yayınlarda farklı isimlerle rastladım ona: Küçürek öykü, mikro
öykü, minimal öykü, çok kısa öykü. Anlaşılan, şu bildiğimiz Öykü’den daha kısa,
daha net ve daha yoğun bir yazı formu bu. Bazen kısacık, tek bir paragrafla,
bazen birkaç konuşma çizgisi yardımıyla, kalıcı ve tok bir etki yaratan mikro
metinler. Ne kadar sıkı örülürse etkisi o kadar büyük olan. Hele Ferit Edgü
gibi ustaların kaleminden çıkmışsa.... Bu türe İngilizce’de short short story de denildiğini gördüm,
biraz garip bir isimlendirme olduğunu kabul ediyorum. Bilinenin tekrarı: Hayatta
bazı şeyleri tanımlamak ve isimlendirmek her zaman kolay olmuyor.
Tanımlamak
kolay olmayabilir ama sağlam bir örnek bize neyin, ne olduğu konusunda net bir
fikir verecektir. Ferit Edgü’nün Toplu Öyküleri’nde sevdiğim, defalarca
okuduğum bir çok metin var doğrusu, henüz okumayanlara bu kitabı hararetle
öneriyorum ve buraya –bence ismi bile başlı başına bir şiir olan- İşte Deniz Maria!’yı alıyorum:
ECCO
IL MARE, MARİA!
Sabah
çok erken, kahvaltımı etmeden inmiştim kıyıya.
İn-cin
top oynuyordu.
Bir
süre yüzdüm. Sonra, havlumu serdiğim şezlonglardan birine
uzanıp
sabah güneşinin gelip bedenimi ısıtmasını beklemeye
koyuldum.
Bir
ara, ilkin korkak ayak sesleri, sonra bir yabancı dilde konuşmalar
geldi
kulağıma.
Uzandığım
yerden doğrulup baktım.
Bir
örnek siyah giysiler içinde, birbirinin eşi, iki yaşlı kadın gördüm.
Çok
yaşlı ve çok kısa boylu ikiz kız kardeşler.
Biri,
öbürüne,
-Ecco il mare, Maria! dedi.
Maria,
sol eliyle eteğini hafifçe çekti, tam dizlerinin üstüne dek.
Sonra
sağ eliyle, denize inen merdivene tutunup, sol ayağını
dalgasız
sabah denizine soktu.
Elimden
olmadan gülümsedim.
Beni
fark edip rahatsız olmamaları için de, yanı başımda su içen
kuşları
ürkütmekten sakınırcasına, usulcacık şezlonga uzandım.
Bu
arada, onların aralarındaki
konuşmalara ya da denize girip
çıkarken
çıkardıkları seslere kulak kesilmiştim.
Ama
hiçbir ses yoktu. Denizden en küçük çırpıntının sesi
gelmiyordu.
Meraklanmıştım.
Gözlerimi açıp doğruldum. Çevreme bakındım.
Hiç
kimseler yoktu. Bir-iki sabah martısı. Hepsi bu.
Ama
havadaki o üç sözcük ve ayağını suya değdiren yaşlı, küçük
kadın
imgesi orda, havada aslı duruyordu.
- Ecco il mare, Maria!
1 yorum:
Harika bir hikaye sahiden de!
Şiir gibi, öykü gibi. Ne olduğu önemli değil belki de, anlatıyor ya bir şey...
Selamlar,
Yorum Gönder