Aras’ta okuma
sevgisi var mı, bilmiyorum. Babam bunun genetik bir özellik olduğunu söylüyor. Kendisi durumu daha ortaokul yıllarında fark
etmiş: Gazete o zamanlar böyle yaygın değil, hele taşrada neredeyse lüks
mesabesinde, bu yüzden babam kimi zaman gazete okumak için yan komşuya
gidermiş. Veya yolda yürürken yerde, çamurun içine bulanmış bir dergi sayfası
gördüğünde onun etrafında dolanarak üstündeki yazıları okumaya çalışırmış. Aras,
dedesinin yaşadığı gibi bir yokluk içinde değil, ama şu da bir gerçek ki, an
itibariyle kitaplara duyduğu ilgi futbola duyduğu ilgiye kıyasla hayli sönük. Bazen
birlikte gidiyoruz kitabevine. Ancak Aras’ın bir kitaba ilgi duyması için o kitabın
kapağında Messi’nin, Ronaldo’nun ya da başka bir futbol yıldızının olması
gerekiyor! Sorulduğunda, büyüyünce yönetmen olacağını söylüyor ama böyle giderse
bana bir santrafor olacak gibi geliyor!
Oğlumu okumaya
teşvik etmek için bulduğum son yöntem “Hadi bu kitabı oku da, bak filmi varmış,
sonra hep birlikte filmini seyrederiz,” demek oldu. Aras’ın en sevdiği
etkinliklerden biri birlikte bir şeyler izlemek (daha doğru bir ifadeyle bir
şeyleri birlikte izlemek) olduğu için
yaptığım bu teklifi hemen benimsedi. Kitabı kendine koyduğu hedeften daha kısa
bir sürede okudu. Beğenmişti. Sonra bir gün ailece oturup izledik, Charlie’nin
Çikolata Fabrikası'nı. Kitabı aldığımız sitedeki ‘bunu seven bunu da aldı’
şeklindeki yönlendirmeden de bahsettim ona. Bu şekilde yeni kitaplar
seçebileceğimizi söyledim.
Geçenlerde bir
sabah kahvaltıda film üzerinde konuşuyoruz. Aras hikayenin kitaptaki gidişatının
filmdekiyle aynı olmadığını fark etmiş. Kurmaca yapıtlarda bazen böyle şeylerin
yapılabileceğini söylüyorum ona. Yönetmenin de eseri kendine göre bir yorumla sunabileceğini.
“Orada anlatılanlar gerçek değil, değil mi?”, diye soruyor. Ben de bu tür
şeylerin hem gerçeklerden hem de hayal gücünden beslenebileceğini anlatmaya
çalışıyorum ve ikisinin çoğu zaman iç içe olduğunu söylüyorum. Mesela, filmde
babanın yaptığı iş! “Öyle bir meslek -bir fabrikada diş macunlarına kapak
takmak, yani- (artık) yok”, diyorum. Aras, “Ama lahana çorbası hala vardır,” diyor. “Tabii var,” diyorum
ben de ve ekliyorum. “Çünkü yoksulluk da hala var. Ve öyle kısa zamanda bitecek gibi de
görünmüyor.”
Haklı değil miyim?
Sene 2016, haberleri hepimiz izliyoruz, insanoğlu henüz çocuklarının karnını hakkıyla
doyurmayı öğrenebilmiş değil. Açlık, iç savaşlar, göçler sürüyor. Öte yandan,
içlerindeki okuma iştahını doyurmak için yerde, çamura bulanmış sayfaların
üstündeki yazıları okumaya çalışan çocuklar, iyi ki onlar da hala varlar: Umut hanesi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder