Sitenin bahçesinde bir kirpi var. Yılda bir geliyor;
baktım, on beş -yirmi yıl yaşarlarmış, o bakımdan yılda bir gelenin aynı kirpi
olduğunu varsayıyorum, olmasa da fark etmez; benim diyeceğim, başka.
Kuzularla oğlaklar
Her yaz temmuz ayının içinde bir gece mutlaka görüyorum
kirpiyi. Bir zamanlar onun evi olan bu yerde şimdi bizler varız: İnsanlar.
Doğaya neler yapıyoruz? Gün geçmiyor ki Karadeniz’den veya Bodrum’un güzelim koylarından
ağaç katliamı içerikli bir haber gelmesin. Şu 32 Evler’e bağlanan yol
yapılmadan ve arabalar buradan vızır vızır geçmeye başlamadan önce bazı
sabahlar Vakıf Kolejinin karşısındaki açıklıkta leylekler olurdu, hafta sonları
gazete falan almaya giderken Aras’a onları gösterirdim. Bu taraflar nispeten
şehrin dışındaydı o dönemde, çok az şey kaldı o dokudan şimdi, koyunlarımız ve
çobanlarımız var, mesela, buradan gelip geçiyorlar neredeyse her gün, arada, bazı
akşamüstleri, durup laflıyorum onlarla (yani çobanlarla, demek istiyorum, Kadir
abiyle ve ismini bilmediğim diğer abiyle).
Kirpiyle Selfie
Bir çocuğun büyürken
yaşadığı çevrede sincap görmesi, koyun-kuzu görmesi, kirpi ve baykuş görmesi
çok güzel bir şey aslında. Ama görünen o ki bu böyle uzun süre devam etmeyecek. Nitekim, leylekler, işte yoklar ne zamandır.
Sanırım üç dört yıl
oluyor. Bir akşam giriş kapısının oralarda rastlamıştık kirpiye, çocuklar
başına toplanmıştı, ne ilginç hayvan, ne biçim hayvan falan demişlerdi, A, burnuna bak
burnuna! O akşam ışıkların
altında biraz rahatsız etmiştik kirpi hayvanını. Ama çok da rahatsız olmamıştır
diye düşünüyorum şimdi; şu selfie çekme işi o zamanlar moda değildi, olsaydı taciz herhalde biraz
daha sürerdi.
Bu yaz önce uzun bir zaman
görmedim kirpiyi ama geçen gece, hatta sabaha karşı, el ayak iyice çekilmişken
-ki yaz geceleri oldukça geç bir saatte oluyor bu- baktım yine oradaydı
kirpicik, orta lambanın biraz ötesinden yürüyüp yürüyüp karşıda balkon
diplerindeki çiçek alanlarından birinin içine girdi. Ve ben her yaz düşündüğüm
şeyi düşündüm bu ‘bahçede dolaşan kirpi’ görüntüsüne bakarken: Herhalde artık bu sondur...
“Kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamur
içinde kaldı.”
Sait Faik’in Son
Kuşlar adlı öyküsünü bilir misiniz? Çevre, ekoloji, enerji verimliliği gibi
terimlerin bilinmediği o eski zamanlarda ve dahi henüz belki böyle bir bilinç
de yokken yazılmış bu Ada öyküsünde anlatıcı, kuşların mahalleli tarafından
yakalanıp boğuluşunu ve yol kenarındaki çimlerin bilmem kimin bahçesi için
sökülüşünü dert eder kendine. Konstantin Efendi vardır, oldukça maharetlidir bu
kuş yakalama işinde, çoluk çocuğu peşine takıp, Ada’nın tepelerine gider. Gözleri
keskindir, ta uzaklardan seçer gökyüzündeki esmer lekeleri, “Bizim pilavlıklar
geliyor,” der.
Son Kuşlar’ın girişi
pek güzeldir. Yaz mevsimine bir övgüdür. Sait Faik dünyasının özelliklerinden biri olan yaşama sevinci izleği burada da
hissedilir: Gökte kuşlar, insanın içini açan yeşil meydanlar ve tepelerde rüzgar. Ama
bu kadar değildir; sanırım öykünün çarpıcı tarafı insanın yıkıcılığını, pek
çaktırmadan, yüzümüze vurmasıdır.
Demem o ki insanoğlunun doğayı tahrip etme gücünün ayak
sesleri vardır Son Kuşlar’da. Yani bu daha başlangıçtır. Edebiyatımızda çevreye,
çevre sorunlarına işaret eden ilk kurmaca metinlerden biri olarak görülen bu
dokunaklı hikayede “Zaten kuşlar da pek gelmiyor artık” der Sait
Usta “Belki birkaç seneye kadar nesilleri de tükenecek.”
Aşağıya Son Kuşlar’ın son paragrafını alıyorum, siz gidip
tamamını okuyunuz. Ama önce bu sayfanın tepesindeki fotoğrafa bir daha bakınız.
Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde,
güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol
kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını
göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak.
Biz kuşları ve yeşillikleri çok
gördük. Sizin içi kötü olacak. Benden hikâyesi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder