1. Bu bir ilk roman
olsaydı sorun yoktu. Güzel bir roman, akıcı bir hikaye derdik, beklemeye
geçerdik. Ama bize Yeni Hayat ve Benim Adım Kırmızı gibi romanları armağan
etmiş bir yazardan beklentimiz her zaman bundan
biraz fazlasıdır. Söz konusu romanlar yazılış teknikleri ve içerikleriyle
uluslararası arenada kazandıkları başarıyı fazlasıyla hak etmişlerdir. Kimi
cümlelerindeki meşhur ve sık atıf yapılan dil ‘tuhaflıklarına’ rağmen, esrarengiz
havası ve tüm o hikaye içinde hikayecikleriyle Türk Edebiyatında özgün bir yere
sahip olan Kara Kitap’a 5. maddede ayrıca değineceğim.
2. “Eğer merkezi
aşikar bir roman değil, edebi roman okuyorsak...” (Saf ve Düşünceli Romancı, sf
124)
3.Kapak fotoğrafında kafasında bir tuhaflık olduğunu söyleyen bozacı bir çocuk var. Romanın içine girdiğimizde bu çocuğun büyürken ve yaşadığı şehrin büyümesine tanık olurken nasıl bir ruh hali içinde
olduğunu hissetmek istiyoruz. Bu tuhaflığın ne olduğu, onunla nasıl başa
çıktığı önemli çünkü. Ben, kendi payıma, Mevlut’un iç dünyasında o tuhaflığı
-ne o zamana ne o mekana aitmişim, duygusunu- çok bulamadım açıkçası. Gayet
uyumlu, mülayim bir ademoğlu Mevlut. Şöyle de düşünüyorum bir yandan: Acaba ben
bu romana başlarken, Portre’deki gibi, Ağustos Işığı’ndaki gibi bir ‘kafa
tuhaflığı’ mı arıyordum, aslında böyle pasajları Orhan Pamuk’un çok da güzel
kotaracağını bildiğim için. Doğrusu belli yerlerde oldukça dağınık bir anlatımı
var romanın; Mevlut’un kafasındaki duygularla hizmet etmeyen pek çok şey
okuyoruz: Vediha’nın Süleyman için uzun uzun kız araması, Samiha’nın evlere
temizliğe gitmeye başlaması, komşusu Reyhan ablanın, ta zamanında yaptığı ilk
evlilikten dolayı babasına hala kızgın olması ve Ferhat’ın elektrik sayaçlarını
okumaya gittiği evlerden birinde tanıştığı bir kadına aşık olması... Hasılı,
ben bu romanda, diyelim Sesiz Ev’deki o tok sesi, ya da ne bileyim Masumiyet
Müzesi’ndeki o hoş ‘rayihayı’ pek bulamadım.
4. ‘Normal’ bir
insanın bütün gece yapabileceklerinin sınırı bellidir!
5. Kara Kitap’ta en sevdiğim bölümlerden biri
Bedii Ustanın Evlatları’dır. Burada
Doğu-Batı sorunu, ülkenin değişimi, kimlik ve taklit gibi konular çok hoş bir
hikayeyle aktarılır. Bu bölüm Dante’den bir alıntıyla başlar ve metinlerarası özelliği onun zenginliğidir. En önemlisi, güzel ve özenli
yazılmıştır. Orhan Pamuk derdini işte bu altı yedi sayfalık hikayede böyle pek güzel
anlatmaktadır. E, o zaman sorun nedir?
6. Nerede
Masumiyet Müzesi’ndeki BAZAN bölümü,
nerede Kafamda Bir Tuhaflık’taki DOĞRU MU? bölümü...
7. Orhan Pamuk’un
romanlarında veya anlatılarındaki bölüm isimlerini ayrıca severim. Mesela Öteki
Renkler’deki bölüm adları kendi başlarına şiirseldir (Eşyalar Konuşurken Siz
Nasıl Uyursunuz?) Bu yazıyı hazırlarken Martı Yağmurda’yı ve Martı Kıyıda Ölür’ü
yeniden okudum. Başlıkta kendime sorduğum sorunun cevabı biraz da orada
gizliydi.
Gelin görün ki,
Tuhaflık’ta bu işin dozunun biraz kaçmış olduğunu düşünüyorum. Her bölümün bir
bold dizilmiş birinci adı bir de normal dizilmiş ikinci adı var; alt alta
yazılmışlar. Birinde şöyle bir şey çıkıyor ortaya:
PAVYON ÇÖKERTMEK
DOĞRU MU?
8. Kar’ı son elli
sayfasına kadar okumuş, bırakmıştım. Bu romanın bana verdiği his şuydu: Orhan Pamuk, şehrin siyasi iklimini
anlatmakta kişinin psikolojik iklimini anlatmakta olduğu kadar başarılı değil!
Tuhaflık’ın tanıtım yazılarında da siyasi gruplaşmalar, Gazi mahallesi, afiş
asan çocuklar gibi ifadeleri okuduğumda “Kar gibi...” diye düşünmüştüm. Romanı
okuma sürecimde sık sık bu düşüncemi hatırladım.
9. Edebiyat eğer
biraz söz dizimi ve sözcük seçimi ile ilgili bir sanatsa, Kafamda Bir
Tuhaflık’ın bu alanda sorunları olduğunu düşünüyorum. Bu benim hem şahsi hem de
resmi görüşümdür!
10. Ve son olarak:
Sayın Pamuk, hani “Hiç bir şey hayat kadar şaşırtıcı olamaz. Yazı hariç”ti?
1 yorum:
Güzel tespitler yapmışsınız hocam :)
Yorum Gönder