Psikolojide
‘ödev endişesi’ diye bir konu başlığı var mı bilmiyorum ama bu tip bir kaygının
çocukları ilkokula giden anne babalar arasında oldukça yaygın olduğu malum.
Bizim de Aras daha anaokulundayken “Seneye bir de ödevler olacak!” diye dertlendiğimiz
çok olmuştur. Bu yoldan daha evvel geçenlerden duyduklarımız bizi etkilemiş
olmalı ki ben henüz o günlerde, şöyle bir ileriyi düşündüğümde, kendimi
sıklıkla şöyle bir manzaranın içinde görüyordum: Masada oğlumun yanına oturmuşum,
başımı iki elimin arasına almış önümde yükselen bitmek bilmez ödev yığınlarına
bakıyorum ve durmadan olası öğretmenimize verip veriştiriyorum. Böyle bir ders
çalışma deneyimi çekilmez olurdu doğrusu. Allah’tan korktuğumuz başıma gelmedi;
Sinan öğretmenin bu anlamdaki dengeli yaklaşımı ve çocuklara ölçülü yüklenişi
işimizi çok rahatlattı, kaygılarımızı (homework anxiety?) büyük ölçüde giderdi.
Tabii
kolay değil gene de; daha çok erkek çocuklarında durumun böyle olduğunu duyuyorum:
Aras kendisine ödev saatinin geldiği söylendiğinde yüzünü buruşturmaktan düşük
yoğunluklu sinir krizleri geçirmeye kadar değişen farklı tepki biçimleri gösteriyor.
Ama sonuçta, ne olacak, cürmü kadar yer yakıyor ve masaya bir şekilde oturduğunda
-ağlamaklı ve ya öfke dolu- ‘olayın’ devamı geliyor, akış sağlanıyor ve ödev yaklaşık
bir saate tamamlanıyor. Berrin’in geçenlerde dediği gibi: Her şey başlatana
kadar!
Evde Çalışıyorum birinci dönem bizim evde en çok kurulan
cümlelerden biriydi. Aslında bu haliyle bir cümle değil, bir ismi imliyor Evde Çalışıyorum; Aras’ın okulda kontrol
edilen ödevler dışında her akşam bir kaç sayfasını yapmakla yükümlü olduğu kitabın
adı bu. Bir tatil dergisi gibi hazırlanmış, aktivitelerin keyifli bir formatta
sunulduğu bu güzel kitabı ben de benimsedim. Aras masaya oturduğunda önce okul
ödevlerini yapıyor ve Evde Çalışıyorum’u sona bırakıyor, bunun sebebini de
oradaki aktivitelerin eğlenceli olması olarak açıklıyor.
Bir
insanın yaptığı şeyi sevmesinin, ondan zevk almasının önemli olduğu bilinen bir
gerçek. Aras da Evde Çalışıyorum’daki
alıştırmaları daha bir severek yapıyor. Bu sanırım onun öğrenme sürecini de hızlandıran
bir şey. Albert Einstein’ın sevmek ve öğrenmek arasındaki ilişkiyle ilgili
söyledikleri de bunu destekliyor. Einstein’ın 11 yaşındaki oğluna yazdığı şu
satırlar Amerika’da birkaç yıl önce babalar günü için çıkan bir kitaptan:
Piyanodan keyif almana
memnun oldum. Kanaatime göre piyano ve marangozluk senin yaşında birisi için en
iyi uğraşlardır, okuldan bile iyi. Piyanoda genelde sevdiğin şeyleri çal, öğretmenin
o şekilde yönlendirmese bile. Öğrenmenin en iyi yolu budur, bir şeyi keyifle, şevkle
yaparsan zamanın nasıl geçtiğini anlamazsın. Ben bazen yaptığım işe öyle
dalıyorum ki öğle yemeğini unutuyorum.
Nilay
ve Aras sömestrde Denizli’ye gittiklerinde ben de birkaç öğleden öncemi okulun kütüphanesinde
geçirdim (ama öğle yemeğini unutmadım!) Yazdığım şeyler üzerine çalıştım. Finaller
ve tek ders sınavları bittiği için kütüphane nerdeyse bomboştu ve ben oradaki
birkaç saatin aynı işi, mesela, evde veya bir kafede yaptığımda olduğundan
birkaç kat daha verimli geçtiğini gördüm. Tanıdığım bir iki doktora öğrencisi
de oradaydı, nerdeyse kampa girmişlerdi. “Kütüphaneye gelmek için en uygun
zaman, hocam” dediler bana. Nilay bir ara mesaj atmıştı, ne yaptığımı soruyordu,
kısacık bir mesajla cevap vermiştim ben de: Kütüphanede çalışıyorum.
Sonuçta
diyorum ki çalışmak iyidir; evde olur, kütüphanede olur...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder