Olabilir. Doğrudur.
Ben bu kanıya varacak kadar uzun kalmadığım için bilemeyeceğim; bir şehirde bir
kaç gün yaşayabilirsiniz ama elbette o şehri
yaşamak anlamına gelmez bu. Bir de turla falan gidiyorsanız iyice böyledir
durum, şairin bahsettiği günün en güzel
saatlerinde nerde olacağınızı da -çoğu zaman-siz belirleyemezsiniz.
Ernest Hemingway Paris Bir Şenliktir isimli kitabında
henüz üne kavuşmadığı dönemlerde karın tokluğuna çalıştığı parasız günlerini
anlatır. Bir yandan yazıyla ilişkisini, yazarlığının geçirdiği evreleri de o
günlere bakarak anar. “O günlerde kitap almak için para yoktu” diye yazar
Hemingway; susuzluk, Shakespeare&Company
gibi müşterilerine kitap kiralayan mağazalarla giderilir. Hemingway Paris’te
karısıyla yaşamaktadır, sonra çocukları da olur. Muhabirlik yaparak hayatını
kazanırken geleceğin büyük yazarını da Paris’in sokaklarında ve kafelerinde,
deyim yerindeyse, eğitir. Bir yazıyı bitirdikten hemen sonra yaşadığı duygu
bulanıklığını (ne mutlu, ne mutsuz) tarif ederken yazıyla uğraşan herkesin pek
iyi bildiği bir gerçeğe işaret eder:
Yazdığım öykünün çok güzel olduğundan
emindim. Ama ertesi gün bir daha okuyuncaya kadar bir şey diyemezdim.
Kitabın
orjinal adı ‘A Moveable Feast’tir. Hemingway yıllar sonra bir arkadaşına “Gençken Paris’te bir süre yaşadıysanız
sonraki hayatınızda nereye giderseniz onu da beraberinizde götürürsünüz”
diye yazacaktır. Hemingway’in satırlarında Paris, kış yaz fark etmez, her daim
güzeldir:
...Kendi evimizse sıcak ve sevimli bir
yerdi. Yumurta biçimindeki kömür tozu topraklarını odun ateşinde yakarak
ısınıyorduk. Sokaklardaki aydınlığın seyrine doyum olmuyordu. Göğe doru
yükselen çıplak ağaçları görmeye alışmıştık. Luxemburg bahçelerinde suyun
yıkayıp tazelediği çakıllı yollarda rüzgarın sert soluğuyla iç içe gezinmenin
zevki bambaşkaydı. Yapraksız kalan ağaçlar alıştıktan sonra insana birer heykel
gibi görünüyorlardı. Kış rüzgarları havuz yüzeylerine doğru estiriyor,
fıskiyeler parlak ışıkta sağa sola serpiştiriyordu.
Paris gerçekten bir
şenlik olabilir ama Ernest Hemingway Disneyland keşmekeşini tabii ki tahmin
edemezdi! Burada çılgın kalabalığın tam içindesiniz. İki ayrı büyük park var,
kendi içlerinde başka başka bölümlere ayrılmış durumdalar ve eğer pek çok
etkinliğe katılmak istiyorsanız burada sanırım bir iki gün geçirmeniz
gerekiyor. Girişteki alanda duran yüzlerce karavanı görünce bunu yapanların
sayısının hiç te az olmadığına hükmediyorum.
Doğrusu Disneyland’ın
o kadar sıra beklemeye değer bir yer
olduğunu düşünmüyorum, daha özgün bir yer bekliyorduk biz Nilay’la. Ama çocuklar, onlar tabii ki eğleniyorlar,
koca bir krokiyle giriyorsunuz içeri ve vaktinizin çoğu bir bölümden diğerine
yürümekle geçiyor. Hızlı geçiş sistemi var, evet, ama bir kaç saat sonrası için hızlı geçiş almak
istiyorsanız gene sıraya girip bir yirmi dakika kadar beklemeyi göze almanız
gerekiyor!
Paris, dünyanın en
çok turist çeken şehri. Tura katılanlar arasında az biraz dolaştıktan sonra ‘Bu
muymuş’ diyenler de oldu ama biz genel olarak hoşlandık şehirden, daha ilk anda
insanı saran bir hava ve görkem taşıdığını düşünüyorum Paris’in. Çok geniş ve
büyük meydanların ötesinde, ucunda görünen dev saraylar, ortada altın varaklı
heykeller, ihtişamını hissettiren eski binalar ve her yanı saran tarih. Genişlik
ve kentin geneline yayılmış tarihi doku, herhalde Avrupa’daki şehirlerin en
belirgin özellikleri.
Ve Notre Dam!
Romanı bu yılın başında okudum, İstanbul’a gelen müzikali geçen ilkbahar seyrettim
ve işte yaz sonunda yapının kendisini ziyaret ettim. En çok ilkinden tat aldım,
ikincisini doğrusu oldukça sıkıcı buldum, üçüncüsü de duraklardan bir duraktı
gezi esnasında. Muhakkak ki Paris, tüm büyük kentlerde olduğu gibi, hakkında
sahip olduğunuz tarih bilgisi derinleştikçe ondan devşireceğiniz keyfin artacağı
özel yerlerden: 1789 devrimi, Paris Komünü, Nazi işgali ve daha niceleri. Cafe
de Flora falan, oralara hiç girmiyorum tabii (zaten girmedim de!) Ciddi bir
birikim istiyor şehir aslına bakarsanız, aksi halde ‘turist gibi’ geziyorsunuz ve atmosferi bence
o kadar da hissedemiyorsunuz. Max Frisch’in Günlükler’de
Paris’i “anılarının büyüklüğünden yorulmuş” bir kent olarak tanımlaması boşuna
olmasa gerek!
Gezi esnasında hoşuma
giden şeylerden biri otobüsle geçerken bir sinemada vizyondaki film afişlerinin
arasında Kış Uykusu’nu görmem oldu. Bu yaz iki yazıyla blogumuzda yer
verdiğimiz bu Nuri Bilge Ceylan başyapıtı Winter Sleep ismiyle Parisli edebiyat
ve sinemaseverler için gösterimdeydi.
Hasılı, Paris’in
kendisi için bir şey diyemeyeceğim ama Ernest Hemingway’in Paris Bir Şenliktir’i edebiyatseverler ve yazma heveslileri için gerçekten
bir şenlik! Şu alıntıyla bitirelim:
Başarılı çalışmanın verdiği huzur içinde o uzun
merdivenleri inmek ne hoş olurdu. Genellikle ortaya iyi bir şey çıkarana kadar
yazar, ondan sonra ne olacağını bildiğim anda yazmayı bırakırdım. Böylelikle
yazmayı ertesi gün de sürdürmeyi sağlama bağlamış oluyordum. Ama ara sıra bir
öykünün sonunu getiremediğim de oluyordu. O zaman ateşin önünde oturup küçük
portakalların kabuğunu ateşe doğru sıkar, saçılan mavi alevleri izlerdim.
Ayakta dikilip Paris’in mavi çatılarına bakar ve düşünürdüm. “Üzülme. Şimdiye kadar hep yazdın. Şimdi de
yazacaksın. Yapman gereken tek şey doğru bir cümle yazmak. Bildiğin en doğru
cümleyi yaz.” Sonunda doğru bir cümle bulur yazardım. O sıralarda kolaydı
bunu yapmak. Çünkü bildiğim gördüğüm ya da birinden duyduğum doğru bir cümle
her zaman bulunurdu.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder