
Işık ve Aktörlük
Bir oyunculuk
gösterisi bu, sarı ışığın altında derin mevzular, sevgisizlikle dolu bakışlar, beklemek
ve iğnelemek, el öpmek ve devam etmek, açılan kapıyla birlikte yarı karanlık odayı
boydan boy kateden gün ışığı. Bir sinema salonunda olmanın keyfi: Gecedir, karanlıkta tekinsiz bir eve
yaklaşıyorsunuz, içerde ışık yanıyor, kafanız karışık ve tedirginsiniz ve çok
uzaklardan köpek havlamaları duyuluyor.
“Benim İlyas..? Taş atıp camı kırdı..?”
Televizyon
dizileri oyunculara gerçek potansiyellerini gösterme fırsatı vermiyor, biliyoruz.
Mesela Nejat İşler. Onu son oynadığı dizideki rolünde, limandaki teknesinin
önünde kendisine koşarak gelen köpeği eğilip okşarken hatırlıyorum hep; dizi
boyunca benzeri (mecburen) defalarca çekilen bir sahne. Durum genelde tüm oyuncular için aynı aslında:
Ekrandaki Nejat İşler, kendisine verilen rolü oynayan Nejat İşler’dir, daha
fazlası değil (bir defasına dizileri reklam aralarını doldurmak için yapılan işler
olarak gördüğünü söylemişti). Oysa burada, Kış
Uykusu’nda yani, hapisten yeni çıkmış bıçkın İsmail’le tanışıyoruz. Diyaloglar
hazırlanmış ve yerinde; bakışlar ve ses tonu, tarihin gerçek bir anında var
olan ve belki de hala orada yaşayan gerçek bir kişiliğin öfkesini yansıtıyor.
Bu anlamda -bence-
Melisa Sözen’in ve Serhat Kılıç’ın çarpıcı performansları filme büyük katkı
sağlıyor. Bir yönetmenin -bu yönetmenin- ayırt edici özelliği bu belki de,
oyuncu yönetimi: O zamanlar Ercan Kesal’i tanımıyordum, Bir Zamanlar Anadolu’da filminde
onu muhtar rolünde izlerken bu adam
da kim, bizim oradan, Pamukova’dan falan mı buldular acaba, diye düşünmüştüm. Burada
da Sözen ve Kılıç rollerinin hakkını veriyorlar, oynadıkları sahneler defalarca
izlenebilir doğrusu, ve oturdukları yerde bile Nuri Bilge Ceylan’ın film
boyunca çok iyi kullandığı ışık kadar göz alıcılar.
Aydın Sıkıntısı
Filmin baş
kahramanı Aydın başladığı işi bitiremeyen, demeyeceğim, başlamayı düşündüğü işlere
bile bir türlü başlamayan bir ‘garip’ yarı-aydın. Daha kendi ayaklarının
üzerinde durmaktan aciz olmasına rağmen ( Hidayet nerde, Hidayet orda mı, Hidayete
söyleriz), aklınca memleketi düzeltmeye çalışan, kibirli, etrafına mutsuzluk
saçan bir ademoğlu. Ama onun “Hem sıkılmak ne demek bir kere!” deyişini sevdim.
“Ben çocukken kekemeydim Aydın Bey... O yüzden
şimdi çok konuşursam...”
Kış Uykusu için
NBC’nin en konuşkan filmi, deniyor. Ben de BZA’yı izledikten sonra, diğer
filmlerine göre daha çok diyalog var, diye yazmıştım. Öyledir, Ceylan’ın
filmlerini bugünden geriye doğru izleyen biri karakterlerin suskunlaştığını
fark edecektir. Gerçi Kasaba’nın ikinci yarısında çok laf vardır, ama bu,
yönetmenimizin erken döneminde kekeme olduğu, bu yüzden de az konuştuğu
gerçeğini ortadan kaldırmaz!
Filmin bence bir
kusuru bize Nihal’i gece arabayla eve dönerken gösteren sahnenin çok kısa sürmesi!
Karanlık, gözyaşları içinde bir kadın yüzü, karşıdan gelen araçların ışıklarının
bu yüze yansıması ve yağmur ve piyanonun yükselip alçalan sesi. Filmin en
çarpıcı sekansının arkasından geliyor bu sahne, onu ‘acayip iyi’ tamamlıyor. Daha
uzun sürmeliydi, diye düşünüyorum, Nihal arabasını gecenin içine bir süre daha sürmeliydi...
Bu uyku bana tatlı geldi
Hasılı, çok
beğendim Kış Uykusu’nu, bir gün ara
verip iki kez izledim, Schubert’inmiş müzik -insan hep öğrenir-, durup durup
dinliyorum, kafamın içinde çalıyor sürekli. Aydın ve Nihal hala oradalar sanki,
Hidayet ortalıkta dolanıyor ve Garip Köyü karın altında öyle kimsesiz bekliyor
(gerçi bu son dediğim hiç yanlış değil!).
Yazıyı bundan
sonra da bu başarısını sürdürmesini dilediğim usta yönetmene, bir sahnede
Nihal’in Suavi Bey’e söylediği cümleyle seslenerek bitirmek istiyorum,:
“O zaman size veda etmiyorum. Görüşmek üzere”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder