22 Eylül 2011 Perşembe

ARAS'LA BERBERDE- elmanın içi'nin hikayesi





                                                                                            
13:05
İlki kabus gibiydi. Aras 21 aylık olduğunda ve saçları babasının çocukluğundaki gibi kıvır kıvır bir kıvama ulaştığında onu berbere götürdüm.     Yaz gelmek  üzereydi ve  Aras,       önceden annesiyle kararlaştırdığımız üzere,    güneşli günleri sıfıra vurulmuş bir   kafayla    karşılayacaktı.

Aslında berber dükkanına girene kadar bir sorun yoktu. Fakat bizimki, içeri girer girmez, dünyayla ilgili sahip olduğu tüm bilgilerle bu dükkandaki ortamı zihninde çabucak karşılaştırmış olacak ki suratı derhal asıldı. Normalde çocuklar farklı yerlerde olmaya bayılır. Fakat bu ‘farklı’ yerde, yemek yemek için sıra sıra dizilmiş masalar ve jeton atınca seni bir oraya bir buraya savuran arabalar göremeyince Aras’ın canı fena halde sıkıldı.  Aslında az sonra 'bir oraya bir buraya savrulma olayı' gerçekleşecekti, fakat Aras bunu, bu kez aynanın karşısında, babasının kucağında ve rjjj rjjj diye çalışan  bir traş makinasının altında tecrübe edecekti.

‘İşlem’ belki bir saat sürdü. Aras sürekli çığlıklar atarak ağladı. Bu bir saat boyunca bir çocuğun saçını kestirmenin daha insancıl bir biçimi olup olmadığını sürekli kendime sordum. Uzun süredir hava almayan kafa derisinde bir sürü konak çıkmıştı.(Bu kelimeyi de o gün öğrendim.) O gün zorlu bir mücadeleyle Aras’ın saçlarını kazıttık. ‘Berber Mesut Abi’ , ona zarar vermeden saçlarını kesmeye çalışırken, Aras bana epey ter döktürdü. Gerçekten de oradan oraya savrulduk. Bizi uzaktan görenler, biri yaşlı biri genç iki adamın güreş sporunu bir koltukta oturmuş bir şekilde icra etmeye çalıştığını düşünebilirdi. Arada birkaç yumruk yediğimi, omuzlarımım acımasızca tırmalandığını ve çeneme de bir kafa darbesi aldığımı eklemeliyim. Aras’ın, beyaz kabak kısımları giderek çoğalan kafası bir an bir omzuma yapışmış oluyordu, az sonra ensesini öbür tarafta, koltuğumun altında görüyordum. Çok terlemiştim.  Sonuçta ortaya şöyle bir şey çıktı: 

14.05

İkinci kışın sonunda ikinci kez kış saçlarını atmak için berbere gittiğimizde Aras artık tecrübeliydi. Bu, bu sefer hiçbir şeyden çekinmiyordu, demek değil tabii ki. Daha bilinçliydi, berberle seçimlerden ve Spor Toto Süper Ligden bahsedecek kadar olmasa da konuşuyordu, ve en önemlisi,  buraya traş olmak için geldiğini biliyordu. Gene de çocuklar için berberlerin dolaplarında tuttuğu tahta oturağa oturduğunda bu durum hiç hoşuna gitmedi. Aynadaki yüzüne baktım. Teşbihte hata olmazmış, bayram sabahı kurbanlık bir koyunun yüz ifadesini bilgisayarda falan tanımlayabilseydik, herhalde bu ifade, Aras’ın o an aynada gördüğüm suratındakinden çok da farklı olmazdı, diye düşünüyorum.

Baştaki bir iki 'içli' hıçkırığı saymazsak Aras bu berber ziyaretinde ağlamadı. Bir ara elini tuttum. Daha çok, iki adım geride dikilip onu aynadan izledim. Olaya o kadar uyum sağlamıştı ki yanları kesilip kafasının hemen tepesinde bir tutam saçla kalakaldığında aynada sırıtan suratına bakıp 'çok komik oldum' bile dedi.


15:05
 
 
16:05

Sonra  sıra bana geldi. Aras, arkadaki sandalyelerden birinde elinde huzurlu bir traşın ödülü olan lolipopuyla oturur ve gevezelik edip dururken ben geçtim berber koltuğuna.  Arada ona baktım.   Bazen dışarıdaki arabalara, bazen duvardaki televizyonda dönen kliplere bakıyor  ve  sürekli konuşuyordu.  Acaba bu, aynada komik ve hesapsız  hareketlerini seyrettiğim çocuk aslında ne kadar  benim çocukluğumdu?  Ona bakarken aslında ne kadar kendimi görüyordum? Düşündüm:  Babam da ben küçükken, diyelim üç yaşındayken, berbere gittiğimizde, beni aynadan böyle izlemiş miydi? 

İki kişi arasındaki sevgiyi ifade etmenin milyonlarca yolu olmalı.  Bu ifadelerin en özgün yaratıcıları arasında şairlerle birlikte çocukları da saymak yanlış olmaz. Aynada gözgöze geldiğimiz anlardan birinde Aras, nerden çıktığını anlamadığım, fakat  bana hala çok şiirsel gelen o cümleyi söyledi: 'Babacıım, sen elmanın kabıyısın, ben elmanın içiyim, tamam mı?'










2 yorum:

USC dedi ki...

Hayat ve Zaman, birtakım şeylerin olması için bir yol bulmayı üstlenme cesaretini gösterir. Cesaret gösterdikleri alanlardan biri de ya görünüşüyle ya kişiliğiyle bazen her ikisiyle birden birine daha yakın olduğumuz ‘ebeveyni anlama hali’dir. Baba olmanın sanırım iki şartı var: birinci şart bir çocuğun olması (bu basit olan kısmı), ikinci şart da kendi babanı anlama hali. İkinci şart zor çünkü nerede, ne zaman olacağı belli değildir,irade dışıdır. Bazen çocuğunu okula kayda götürürken, bazen çocuğunun düğün fotoğrafında yer alırken, bazen de Berber Mesut Abi’nin koltuğunun karşısındaki aynaya bakarken..Hiç bilinmez..
Aras şanslı bir küçük çünkü tam ve yarım olma halini çok erken ayırt etmiş ve tam olmayı tercih etmiş. Elmanın içi tadını, kokusunu ve kirlenmemişliğini kabuğuna borçludur.
Sözüm kabuğu aksesuar sanan tüm babalara gelsin..

Adsız dedi ki...

Bir konuşma sırasında blogunuzda yazılarınızı paylaştığınızı ve blogunuzun adının ise "Elmanın içi" olduğunu duyduğumda "Hmmm ilginç" deyip "Neden elmanın içi acaba diye sessiz düşünmüştüm. Yazınızı okuduktan sonra ise blogunuz adını çok manidar buldum. Beni etkileyen diğer bir yan ise kabuğunu erken kaybeden bir elma içi olmam. Rahmetli babacığım seni seviyorum...

                    KİTAPLAR ÇEVRELER Bir Gazetecinin Edebiyat Adamı Olarak Portresi I. Metin Münir’in Zavallı Kalbimi Rahatlat adlı...