Hiç ilk
sayfalarında “Böyle giderse bitiremem, yarım bırakırım” dediğiniz, ama (günün)
sonunda kimi bölümlerini iki üç defa okuduğunuz bir kitabınız oldu mu? Benim
oldu. Peter Handke’nin yukarıda ismini, aşağıda resmini gördüğünüz romanıyla
biraz böyle gelişti benim okurluk ilişkim.
Arka kapakta da belirtilen, içinde ‘klasik romanlardaki tipleme olmayışı’ sanırım
metnin içine girme süremi biraz uzattı. Fakat bu, aslında kitabı farklı kılan özelliklerden biri.
Bir ayrıntılar
kitabı KALECİNİN PENALTI ANINDAKİ ENDİŞESİ. Bilincin fark ettiği, fark etmediği,
tam farkına varacakken elinden kaçırdığı ayrıntılarla dolu sayfalar.
Kahramanımız, yani klasik olmayan tip Bloch, sürekli bir yerlere gidiyor (kafe,
restoran, yeni bir şehir), arkada belli belirsiz bir olay örgüsü var (berber
kızlar, kayıp bir çocuk, sinema), siz Bloch’u takip ediyorsunuz, bu adam dış
dünyayı görüyor, onun gözüyle siz de görüyorsunuz, nesneler üst üste biniyor, sesler birbirine
karışıyor. Okurken sizin de bakış açınız biraz değişiyor, odak noktanız kayıyor
ve merceğiniz büyüyüp küçülüyor. Değişik, kendine has bir anlatı bu. Yer yer kafanızda
düşünce dalgalanmaları, küçük trans halleri yaratıyor; bu açıdan çok başarılı. Ama
bunun için okurun kendini tam olarak metne vermesi gerekiyor; benim için bu,
olabildiğince sessiz bir ortam ve elimde okunacak quizlerin olmaması demek!
Gene uyanış. İki, üç, dört,
saymaya başladı Bloch. Durumu değişmemişti. Ama uykusunda alışmış olmalıydı
ona. Yatağın altına düşen parayı cebine soktu, aşağıya indi. Dikkat ederse,
gözünün önünde de canlandırırsa her kelimenin güzel güzel arkası geliyordu.
Yağmurlu bir ekim günü; tozlu bir pencere camı: Tamam, oluyordu. Otelciye selam
verdi; otelci gazeteleri çubuklarına takmaktaydı; kız mutfakla lokanta arasındaki
servis penceresine bir tepsi sürdü: Hala yolundaydı her şey. Kendini kollarsa
böyle, birbiri ardınca devam edebilirdi: Her zaman oturduğu masaya oturdu, her
sabah açtığı gazeteyi açtı; Gazetede Gerda T. cinayetinde önemli bir iz peşinde
olduklarını okudu. Ülkenin güneyine giden bir izdi bu, ölen kadının evinde bulunan gazetenin kenarındaki
karalamalar soruşturmayı yeni bir noktaya getirmişti. Her cümlenin güzel güzel
arkası geliyordu. Ondan sonra, ondan sonra, ondan sonra...İnsanın içi daha
şimdiden bir süre için rahat edebilirdi.
Metindeki akışı görüyorsunuz. 'Boşluğun uslübu' denmiş arka kapakta, ben sevdim bu tanımı. Adettendir, bir yazarın eserini incelerken bizzat onun kullandığı metaforlara,
sembollere gönderme yapılır. Bu bakımdan Handke, yazı sahasına çıktığında,
nerede duracağını, ne zaman ne tarafa koşu yapacağını iyi bilen forvet oyuncularına benzetilebilir.
Daha önce
Mutsuzluğa Doyum adlı eseriyle Elmanın İçi’ne konuk ettiğimiz Alman yazar
Handke’nin ne zamandır merak ettiğim
kitabını böylece okumuş oldum. Hafif kapalı metinleri okumayı sevenlere
öneririm, -kapalı olsun olmasın- yazmayı sevenlere ise özellikle. Romanın ismi de
pek dikkat çekicidir, gerçi burada biraz
sorunlu bir durum da yok değildir: Futbola biraz bulaşan herkes bilir ki
penaltı anında endişelenecek biri varsa o da topun arkasında kişidir. Öyle ya,
tarihte hiçbir kaleci penaltıdan gol yediği için ayıplanmamıştır. Peter Handke sanki
bunu biraz atlamıştır. E, ne diyelim: O kadar kusur her forvette olur...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder