Ada
Defterleri’nin bir yerinde “Hayatımın en uzun, dolu günlerinden birini geçirdim
burada, dün” diye yazmıştı. Doğrusu “Sabah 10’a kadar çalıştım” diye başlayan
gündökümü görünürde olağanüstü hiçbir şey içermiyordu. İki kısa gündüz uykusu,
evde ufak bir öğle yemeği, balkonda günbatımını izlemek, sonra akşam yemeği
için aşağı inmek ve deniz kıyısında biraz yürümek. “Sonuç olarak,” diye yazıyordu deftere “On
saati aşkın balkonda oturmuşum.” Olan aslında şuydu: Uyku dışı zamanın neredeyse tamamını defterler ve kitaplar doldurmuştu. Yarısı balkonda
bir masanın başında geçen bir günü, sonraları hayatın en dolu günlerinden biri
olarak anmak; bu ne –bence hiç de yaman olmayan- çelişki!
Enis
Batur, kitapları yaşamının merkezinde koyarak sürdürmeyi seçenlerden. Okurları, Batur’un kaleminden çıkan pek çok
başka şeyin yanında, onun kişisel okuma serüveni üzerine yazdıklarını da merak
ve zevkle takip ediyorlar. Kitaplar, yazarlar, sahaflar ve kütüphaneler hakkındaki
düşünceleri önemseniyor. Enis Batur bu konular üzerine ve başka konular üzerine
çok düşünüyor, çok üretiyor (Selçuk Altun, 2013’ün son Kitap İçin maddelerinden birinde, EB bu yıl altı kitapta kaldı,
diye yazmıştı!) Doğrusu böyle yaşayan birinin, bazen zamanının çoğunu bir masada çalışarak
geçirmesinde yadırganacak bir durum yok! Defterler dolarken yeni düşünceler
doğar; kitaplar birikir ve imgeler birbirini izler. Biz de şimdi Kitap Evi’ni
okurken, Heybeliada’daki evde arka balkondan görünen Dragos’un ön balkona kurulmuş tezgahın üstündeki defterlerden birine daha o zamandan sızdığını anlıyoruz.
Hani,
Borges “Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir” dermiş ya,
Batur da zaten kitapların ‘arasında, ortasında’ yaşayan bir ademoğlu olarak
kendi küçük cennetini düşlediği bir kurmaca yazmış. Bu ‘kendine ait’ kurmacanın
merkezine ağaçların içinde camdan bir ev yerleştirmiş, bir de az ötesine bir
okuma kulübesi koymuş. Bu yolla kitap(lar) sahibi olmak üzerine düşüncelerini kendine
has üslubuyla sıralamış. Bunun yanında rafların arasında gezerken sıraya koymanın önemi, çift
olmanın zorluğu, ileri gelen olmanın güdüklüğü ve beklemenin erdemi üzerine hoş dokundurmalara da rastlıyoruz. Arada tabii kurmaca yazmanın lüksünden faydalanmak da
var: Batur, bir süre önce yitirdiği çok
yakın dostu Samih Rıfat’ı da Ev’de ağırlamayı unutmamış.
Kitap
Evi roman formunda başlıyor ve öyle bitiyor ancak ben kitabın ortasından
baktığımda, onu Batur’un diğer deneme kitaplarıyla aynı rafa koymayı tercih
ediyorum. Anlatıcının yazarın kendisi olduğu bence belli de, gene de şüphesi
olanlara Kitap Evi’nin 26. ve 27. sayfalarını, yazarın bir ara Cumhuriyet Kitap
için yazdığı enfes Kitabevi Seansları Üzerine* başlıklı yazısıyla ‘pararel’
okumalarını önerebiliriz belki!
1 yorum:
merhaba
Ben Ebru. Enis Batur yazınız güzel. Kitap da öyle lakin Enis Batur neden bir kadın erkek kızıştırmasına deyinmiş ki kitabında. Kadınlar bibliofil olmaz, çok kitap sevmez iyi okurlar erkeklerdir diyor. Artık bu taşlamalar bitmeli bence dimi. Koca yazar niye bunu kullanmak istemiş bilemedim. Vardır bir bildiği diyelim ne yapalım. Unutmadan Radikal kitap ekinde kitabı tanıtan kadın köşe yazarı da rahatsız olmuş fakat yazar büyük olunca altta minicik yazmış ve bitirimişti yazısını. Epey oldu okuyalı şimdi ismini hatırlayamadım. Bunlar da ironik olsa gerek diye düşünmekteyim. Blog çok güzel. Ellerinize sağlık.
Yorum Gönder