10 Şubat 2013 Pazar

'SENİN DE YÜZÜNÜ ÖZLEDİM, BABA'

Çantalarımız hazır. Birinde giysiler var, diğeri ağzına kadar oyuncak dolu. Aras’ı babaannesine götürüyorum. ‘Kendi başıma tatile çıkıyor gibiyim’, diyor. Kaç gün kalacağı henüz belli değil. Kapıda annesine sarılıyor.

Arabaya giderken  ‘Demek kendi başına tatile çıkıyor gibisin,’ diyorum. ‘Evet’ diyor. Örneği de var: ‘Dedemin İnsanları’ndaki çocuk gibi aynı. ‘Ama o gençti, büyük delikanlıydı' diyecek oluyorum; yanıtı şu: ‘Ben daha beş yaşındayım’ ‘Belki’ diyorum ‘Sen de büyüyünce o çocuk gibi başka ülkelere, uzak denizlere gezmelere gidersin.’ Sessizlik.  

Yola çıkıncaya kadar bir sorun yok ama azıcık ilerleyince arka koltuktan kedi mırıldanmasına benzer bir ses geliyor: ‘Anne… Anne…’ Duymamış gibi yapıyorum önce. ‘Acaba deden seni motoruna bindirecek mi, havalar açık olacak mı?’ falan diyorum. O da benim bu sorularımı duymazdan geliyor. Bu karşılıklı duymayışlardan sonra Dörtyol’a geldiğimizde işin rengi belli oluyor: ‘Baba, ben annemi istiyorum!’ Hay Allah, ne yapmalıyım?  İsterse hemen ertesi gün gelip onu alabileceğimizi söylüyorum Aras’a. Pamukova’da birkaç gün kalmasını uzun zaman önce planlamıştık. Oraya vardığımızda, yani ‘tatili’ başladığında, Aras’ın bundan hoşnut olacağını, ‘büyüklerle’ geçirilen bu birkaç günün ona iyi geleceğini biliyorum. Biraz sonra azıcık sakinleşiyor. Eve dönünce Aras’ın yolda biraz mızırdandığını Nilay’a anlatmamaya karar veriyorum (fakat bunu başaramayacağım). Oğlum birazdan uykuya dalıyor. Teypte geçen yazıda bahsettiğim aryalar çalıyor.

Televizyondaki altyazılarda E harfini görünce ‘Ekin’i özledim’ diyen bir çocuk Aras. İlk gün özellikle telefon konuşması yapmıyoruz. Sonra Orhan Batın’lara gittiklerini, babaannesinin ona Çarşamba günkü pazardan ‘tam beş tane’ oyuncak aldığını, dedesinin okuluna gidip oradaki ablaları ‘canavar suratı’ yaparak korkuttuğunu öğreniyoruz. Dedesiyle, akşamüstü dönerken bir yerden sonra eve kadar yürüyorlar. Onun için yorucu ve yoğun bir gün. Dedesine ofluyor pufluyor: ‘Adım atacak kalmadı (!)’ diyor. 

Beşinci akşam annesi telefonda ‘Baban seni almaya gelecek’ deyince Aras o an biraz duygusallaşıyor. ‘Senin yüzünü özledim baba’ diyor bana. Yapacağınız bir şeyi bir çocuğa önceden söylemek tehlikeli bir iştir. Bir parça huzur istiyorsanız eğer, planınızı açıkladığınız zamanla gerçekleştirdiğiniz zaman arasındaki aralığı minimum seviyede tutmalısınız. Sonra karışmam,  ‘ne zamangitcez, ne zamangelcekler’ le başa çıkamazsınız. Nilay’ın ‘Baban seni almaya gelecek’ demesinden etkilenen Aras’ın ‘Baba, senin yüzünü özledim’ demesinden etkilenen (!) Nilay ‘Hadi şimdi gidip alalım onu’ diyor bana. Fakat benden ‘Pazar daha iyi olur’ şeklinde bir ‘tavsiye kararı’ çıkıyor. Söz konusu telefon konuşması sırasında Aras annesine de onun tombik yanaklarını özlediğini söylüyor. (Not: Bu cümle denetimden geçmiştir!)

O Pazar sabahı erkenden kalkmış Aras. Babaannesine durmadan beni sorduğunu tahmin edebiliyorum. Mutfak penceresinden yüzünü görmemle kaybolması bir oluyor. Beni birlikte karşılıyorlar kapıda; omuzlarından tutup şöyle bir bakıyorum. Oğlum altı gün daha büyümüş işte! Gülümsüyor. Gözlerinde sadece ayrı kaldığımız zamanlardan sonraki buluşmalarımızda gördüğüm o mahçup sevinç var. ‘İşte yüzüm Aras,’ diyorum ona.  


Hiç yorum yok:

                    KİTAPLAR ÇEVRELER Bir Gazetecinin Edebiyat Adamı Olarak Portresi I. Metin Münir’in Zavallı Kalbimi Rahatlat adlı...