9 Ağustos 2012 Perşembe

PENCEREDEN BAKMAK

Bu yazının başlığı, yani üstte gördüğünüz fotoğrafta Aras’la yaptığımız şey, aynı zamanda Orhan Pamuk’un bir uzun öyküsünün adı. Bir çocuğun gözünden anlatılan bu öykü ilk önce Sabah gazetesinde yayımlanmıştı. Sonra yazar onu Öteki Renkler’e aldı. Dünyanın önde gelen romancıları arasında (Nobel'den önce de) gösterilen  Orhan Pamuk, sözünü ettiğim kitaba yazdığı giriş yazısında zaman zaman düzyazı yazmayı sevdiğini söylüyor. Bununla edebiyat, resim gibi sanat dallarıyla birlikte çeşitli aktüel konulardaki düşüncelerini aktardığı yazılar kadar,  bir öyküsü olmayan, içinde bir olay geçmeyen kısa yazıları da kastediyor. Bu tip yazılar yazmaya olan sevgisini açıklarken sıraladığı gerekçeler araında 'şeylerden doğrudan bahsetmek...' de var.  Gerçekten de, mesela yıllar önce Öküz dergisi için yazdığı yazılar –ki meraklısı onları Öteki Renker’de, benzerlerini de Manzaradan Parçalar’da bulabilir - salt anlatımdaki sadelikleri ve taşıdıkları edebi billurlukla okurda belli bir etki bırakıyorlar. Bir kaçının ismini yazarsam ne demek istediğimi anlatabilir miyim, bilmiyorum: Eşyalar Konuşurken Sizler Nasıl Uyuyorsunuz? / Martı Kıyıda Ölür / Daha Önceden Burada / Ormanda Dünya Kadar Eski / Rüya Kederlenice...

Benim burada en çok sevdiklerim kızı Rüya ile geçirdiği zamanları  -mesela onu okula götürüşünü ve birlikte denize girişlerini- anlattığı bölümlerdir. Yazarın dilinin doğallığı ve Rüya'nın babasına 'çocuk saffetiyle' sorduğu sorular bu doğrudan yazıları akıcı kılar. Bu bölümleri gülümseyerek okudum ve yıllar sonra benim de bir çocuğum olunca bu bölümlere öykünen metinler yazmaya çalıştım. Elmanın İçi’ndeki 'Baba Gerçek Bir Rüya Gördüm' başlığıyla Aras’ın gecesini anlattığım yazı, bu nevi bir yazıdır.

Öteki Renkler’in girişindeki yazısında edebiyatın kendisi için ne ifade ettiğini anlatırken 'Mutlu olabilmek için benim her gün bir parça edebiyatla uğraşmam gerektiği gibi...' diyor bir yerde, biz okurlar da bu zengin  metinlerin kaynağını böylece öğrenmiş oluyoruz. Burada yazar bize günlük hayatta bazen unuttuğumuz bir şeyi de hatırlatmış oluyor. Öyle ya, bunca koşuşturma içinde hepimizin 'her gün bir parça' bir şeylerle uğraşması gerekmiyor mu, mutlu olabilmek için?  

Yukarıda gördüğünüz fotoğraf, tabii ki, bir mizansen. Aslında Aras’la ben, o an bir yere ve bir kimseye bakmıyoruz. Sıklıkla yaptığımız bir şeyi yapıyoruz: Poz vermek! Aras benim talimatlarıma, yönlendirmelerime harfiyen uyuyor, bu işi bir oyun olarak telakki ettiğinden olacak fotoğraf makinesinin karşısında coştukça coşuyor. Makineyi o an elinde tutan ve deklanşöre basan Nilay, aynı talimat ve yönlendirmelerden Aras kadar memnun olmasa da bu oyuna katılıyor; çektiği fotoğraflardan birinin bir öyküyü hatırlatıp  -doğrudan- bir blog yazısına kaynaklık edeceğini bilmeden…

Hiç yorum yok:

                    KİTAPLAR ÇEVRELER Bir Gazetecinin Edebiyat Adamı Olarak Portresi I. Metin Münir’in Zavallı Kalbimi Rahatlat adlı...