16 Ocak 2013 Çarşamba

BOĞAZ'IN SULARI ÇEKİLDİĞİ ZAMAN  
                                                                                 Bir alıştırma*

İstanbul’da yaşayanlar da hep söyler ya, Boğaz'ın - yılın herhangi bir mevsiminde, günün herhangi bir saatinde- sunduğu görüntüler biz şehrin konukları, yani İstanbul’a yolu arada bir düşenler için özellikle büyüleyicidir. İster bir tanıdığımızın düğünü ya da birkaç aylığına şehre gelmiş olan bir resim sergisi için İstanbul’a gidelim, ister uzun zamandır görmediğimiz bir okul arkadaşımızı ya da aileye yeni katılan bir bebeği görmek amacıyla yedi tepeli şehirde olalım, Boğaz'da ve civarında geçirdiğimiz dakikaların özel bir zaman dilimi olduğunu biliriz. Mavi sulara, üstündeki gemilere, kıyıdaki yalılara şöyle bir gözümüzün dalmasına engel olamayız. Dahası bunu isteriz.

Bir de şöyle düşünün. Yağmursuz, kuru bir kış günü. Gökyüzü tastamam griye kesmiş. Gene de İstanbul’un hüzünlü silueti ruh halinize iyi geliyor. Fakat boğaz görüş alanınıza girince tuhaf bir şey oluyor. Gişelere doğru yaklaşınca denizi görmek için aşağıya, ötelere baktığınızda ürperiyorsunuz. Orada deniz yok! Ortada bir damla su bile yok. Sadece korkunç bir karanlığın hakim olduğu devasa bir çukur. Sular çoktan çekilmiş, orada yeni bir hayat başlamış. Gözlerinize inanamıyorsunuz. Yer yer ateşler yanıyor aşağıda. Bu yeni vadide, kuruyan çamurların oluşturduğu yeni tepelerin arasında, tenekeden yaptıkları barınakları sarhoşlar mesken tutmuş; şehrin evsizleri, yoksulun yoksulu kimsesizleri hep oralarda yaşıyor. Orada, yeryüzünün doğal tabanı üstünde, yüzlerce yıl önce batmış kalyonların, canlı canlı boğazın sularına atılmış cariyelerin bedenlerinden kalan tozların, bir zamanlar denize uçmuş arabaların çürümüş kalıntılarının ve çaresiz hayatlarına köprüden atlayarak son veren yalnızların cesetlerinin birleşip toplaşıp oluşturduğu yeni bir yüzey, yeni bir yer oluşmuş. İçinde bulunduğunuz taşıt 'karşıya' ulaştığında şaşkınsınız; İstanbul'un o eski İstanbul, dünyanın o eski dünya olmadığını biliyorsunuz artık.

Kara Kitap yayımlandığında üzerine en çok konuşulan metinlerinden başında geliyordu Boğaz'ın Suları Çekildiği Zaman. Kitapta Celal Salik’in kaleminden okuduğumuz bu pasaj kitabın en çarpıcı bölümlerinden biri olarak kabul edilir. O günlerde kitapla ilgili çıkan yazılarda bu bölüme mutlaka değinilmiştir. Ben de Orhan Pamuk’un bu güçlü metninden biraz ‘atıştırdığım’ bu alıştırmada bir bakıma kendi Kara Cadillak'ımı aramaya o vadiye iniyorum. Edebiyatseverleri ve sevecek olanları (ve dahi sevip de aslında bunun henüz farkında olmayanları) yanıma almayı umarak…

Bedii Usta’nın Evlatları, Hepimiz O’nu bekliyoruz ve Şehzade'nin Hikayesi gibi diğer metinlerle birlikte BSÇZ Kara Kitap’ın içinde duracak. Ve bir gün bizde de video oyunlarına benzeyen fantastik filmler çekilmeye başlandığında bu yeni vadi, bu yerin dibi, bir alt–dünya setting’i olarak bu tip filmler yapmak isteyenlerin gözde mekânlarından olacak.

* Enis Batur, Rakım Sıfır'a alt başlık olarak 'İmgelem Alıştırmaları' demiş ya hani... 

Hiç yorum yok:

                    KİTAPLAR ÇEVRELER Bir Gazetecinin Edebiyat Adamı Olarak Portresi I. Metin Münir’in Zavallı Kalbimi Rahatlat adlı...