Bazı istasyonlarda ellerinde çanta, sade
kıyafetli, temiz yüzlü genç kadınlar vardı ki bu kasabalarda hoca olduklarını
farz ettim. Bütün bunlar yüzünü Batı’ya çevirmiş olan Anadolu’nun ferah veren
alametleriydi.
Yukarıdaki
paragrafı yanda kapağını gördüğünüz kitaptan aldım. İpek Çalışlar’ın Halide Edib biyografisinden. Çalışlar, Latife Hanım çalışmasından sonra yine emek dolu ve
incelikle işlenmiş bir kitap çıkarmış ortaya. Milli Mücadele öncesi Sultanahmet
meydanında hatip, kadın hareketinde öncü,
cephede onbaşı Halide Edib’in hayatını okumak ‘geçmişteki günlerden’ bize
kalanları biraz olsun anlamak ve anlamlandırmak için ideal.
1925’te
Takrir-i Sükun sonrası sertleşen siyasal iklim Halide Edib’le yönetimin arasını
açıyor. Eşi Adnan Bey’in sağlık sorunları nedeniyle yurtdışına çıkıyorlar.
Çalışlar’ın da kitapta söylediği gibi, tam olarak bir sürgün ya da kaçış olarak
nitelendirilemez onlarınki;ama işte kitabı okuyunca görüyoruz ki durum aslından
biraz ona (sürgün) biraz buna (kaçış) uyuyor.Yani demek istiyorum ki, hayatta her şeyin net ve keskin bir tanımı
olmayabilir. O dönemde yaşamadığımız için, daha önemlisi ‘onlar’ olmadığımız
için -kimse bir başkası olamaz- insanların belli şartlar altında verdiği
kararlarla ilgili net yargılara varmak öyle kolay değil.
19 yıl sonra yeniden Ankara Yolunda
Halide, Fransız Mareşal d’Esperey’in Beyoğlu’nu beyaz atının üzerinde bir uçtan
bir uca kat etmesinden 13 ay sonra Anadolu’ya geçer. O dönemde Üsküdar’daki
Özbekler Tekkesi Anadolu’ya geçişlerde buluşma ve sevk yeridir. Bir gece işgal
güçlerinin kontrolü altındaki İstanbul’dan ‘kaçarlar’, kah öküz
arabasıyla, kah tahta semerli, kısa boylu bir atın sırtında trene
binecekleri Geyve’ye kadar gelirler. Bu yolculukta Halide memleketin harap
halini kendi gözleriyle görür. Bu, Anadolu’nun yoklukla imtihanıdır. Yol
üstündeki istasyonlarda her gelen trende oğullarını arayan biçare analarla
karşılaşırlar.
Girişteki
bölümse Halide’nin 17 Nisan 1939’da Akşam gazetesine yazdığı yazıdan. 19 yıl
sonra gördüğü Türkiye artık yeni bir ülkedir. Bu satırlarda -her şeye rağmen ve her şeyden sonra- kendine gelmeye başlayan bu ülkenin geleceğine dönük
bir canlanış ve umut hissi vardır.
Mustafa Kemal’e sevdalı mıydı?
Halide
Edib, cephede Mustafa Kemal’in yakın çevresindedir. İzmir’e girildiğinde de
durum budur. Ve bir akşam yemekli bir
toplantıda Mustafa Kemal Latife Hanım’la tanıştırıldığında da Halide Edip
oradadır. Onun Mustafa Kemal’in kişisel karizmasından etkilendiğini düşünen çok.
Bir pelerin sahnesi var, mesela. Böyle bir yemek sonrası Halide evden çıkarken Mustafa
Kemal ona ‘Hava çok soğuk, paltonuz var mı?’ diye sorar. Sonra gidip içeriden kendi
pelerinini getirir. Halide, elinde Mustafa Kemal’in pelerini, merdivenlerden
iner. Bu, Mustafa Kemal'in cephede soğuk gecelerde kullandığı pelerindir. Halide o dakikada bunu tarihsel bir tanıklık anı olarak telakki eder.Durup yukarıya baktığında merdiven başında onu
uğurlayanlar arasında Mustafa Kemal’in hemen yanında Latife hanım’ı görür.
Adalet
Ağaoğlu mesela, Halide’nin anılarında bu veda sahnesini anlatışını oldukça ‘buruk’
bulur. Halide’nin romanlarını sadeleştiren Yeşim Kalpaklı da onun kitaplarında buna
yakın izler bulduğunu yazar.
Halide
Edip gerçekten biyografisine sığmayan bir kadın. Tehcir kararını açıktan
eleştiren, iki oğlunu İstanbul’da, eşini Ankara’da bırakıp Milli Mücadeleye
katılmak için cepheye giden, devrim sonrası uygulanan sert politikalara soğuk,
ilk eşi ikinci bir kadın getirmek istediğinde ondan boşanan sıra dışı bir kadının
sıra dışı hayatını anlatan bu başarılı Çalışlar çalışmasını okumanızı öneririm.
Peki Halide Edip gerçekten sevdalı mıydı Mustafa Kemal’e? Cevap veriyorum:
Bilmiyorum. Hem kim bilebilir ki böyle şeyleri?
1 yorum:
Yazarın devrim sonrası sert politikalar olarak tarif ettiklerinin içine acaba tekkelerin kapataılmasınaı da dahil edip etmediğini merak ediyorum.
Yorum Gönder