31 Temmuz 2016 Pazar

UMUT HANESİ

Aras’ta okuma sevgisi var mı, bilmiyorum. Babam bunun genetik bir özellik  olduğunu söylüyor. Kendisi durumu daha ortaokul yıllarında fark etmiş: Gazete o zamanlar böyle yaygın değil, hele taşrada neredeyse lüks mesabesinde, bu yüzden babam kimi zaman gazete okumak için yan komşuya gidermiş. Veya yolda yürürken yerde, çamurun içine bulanmış bir dergi sayfası gördüğünde onun etrafında dolanarak üstündeki yazıları okumaya çalışırmış. Aras, dedesinin yaşadığı gibi bir yokluk içinde değil, ama şu da bir gerçek ki, an itibariyle kitaplara duyduğu ilgi futbola duyduğu ilgiye kıyasla hayli sönük. Bazen birlikte gidiyoruz kitabevine. Ancak Aras’ın bir kitaba ilgi duyması için o kitabın kapağında Messi’nin, Ronaldo’nun ya da başka bir futbol yıldızının olması gerekiyor! Sorulduğunda, büyüyünce yönetmen olacağını söylüyor ama böyle giderse bana bir santrafor olacak gibi geliyor!


Oğlumu okumaya teşvik etmek için bulduğum son yöntem “Hadi bu kitabı oku da, bak filmi varmış, sonra hep birlikte filmini seyrederiz,” demek oldu. Aras’ın en sevdiği etkinliklerden biri birlikte bir şeyler izlemek (daha doğru bir ifadeyle bir şeyleri birlikte izlemek) olduğu için yaptığım bu teklifi hemen benimsedi. Kitabı kendine koyduğu hedeften daha kısa bir sürede okudu. Beğenmişti. Sonra bir gün ailece oturup izledik, Charlie’nin Çikolata Fabrikası'nı. Kitabı aldığımız sitedeki ‘bunu seven bunu da aldı’ şeklindeki yönlendirmeden de bahsettim ona. Bu şekilde yeni kitaplar seçebileceğimizi söyledim.  

Geçenlerde bir sabah kahvaltıda film üzerinde konuşuyoruz. Aras hikayenin kitaptaki gidişatının filmdekiyle aynı olmadığını fark etmiş. Kurmaca yapıtlarda bazen böyle şeylerin yapılabileceğini söylüyorum ona. Yönetmenin de eseri kendine göre bir yorumla sunabileceğini. “Orada anlatılanlar gerçek değil, değil mi?”, diye soruyor. Ben de bu tür şeylerin hem gerçeklerden hem de hayal gücünden beslenebileceğini anlatmaya çalışıyorum ve ikisinin çoğu zaman iç içe olduğunu söylüyorum. Mesela, filmde babanın yaptığı iş! “Öyle bir meslek -bir fabrikada diş macunlarına kapak takmak, yani- (artık) yok”, diyorum. Aras, “Ama lahana çorbası hala vardır,” diyor. “Tabii var,” diyorum ben de ve ekliyorum. “Çünkü yoksulluk da hala var.  Ve öyle kısa zamanda bitecek gibi de görünmüyor.”

Haklı değil miyim? Sene 2016, haberleri hepimiz izliyoruz, insanoğlu henüz çocuklarının karnını hakkıyla doyurmayı öğrenebilmiş değil. Açlık, iç savaşlar, göçler sürüyor. Öte yandan, içlerindeki okuma iştahını doyurmak için yerde, çamura bulanmış sayfaların üstündeki yazıları okumaya çalışan çocuklar, iyi ki onlar da hala varlar: Umut hanesi.

                    KİTAPLAR ÇEVRELER Bir Gazetecinin Edebiyat Adamı Olarak Portresi I. Metin Münir’in Zavallı Kalbimi Rahatlat adlı...