23 Ocak 2013 Çarşamba

KÜÇÜK KÖPEKLİ ADAM


Bazı sabahlar Aras’ın okulunun bulunduğu sokakta köpeğini gezdiren yaşlı bir adam görüyoruz. Adam, köpeği çöp kutularının çevresini eşeler ve su oluklarının diplerini koklarken sabırla onun başında bekliyor. Sonra bu ikisi, ellerinde çalı süpürgeleriyle dükkânlarının önüne çıkmış birkaç esnafın arasından sakin sakin yürüyüp gidiyorlar. Bu, yaşlı adam için bir tür güne başlama töreni olmalı. Ona ‘Küçük Köpekli Adam’ adını taktım. Onları sabahları oralarda görmek bizim de günlük yaşamımızın küçük bir eğlencesi oldu. Uyku mahmurluğu içinde olan Aras’ın keyfi henüz gelmemişse ona küçük köpekle yaşlı adamı gösteriyorum. ‘Bak yine ordalar’ diyorum. Geçenlerde bir sabah çok yağmur yağıyordu. Okul yolunda seke seke giden birkaç öğrenci dışında kimsecikler yoktu sokakta. Nilay’a ‘Küçük Köpekli Adam çıkmamış bu sabah’ dedim. Güldü bana.


Genç yazarların edebiyat dergilerinde çıkan öykülerini elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum. Aralarında bazen benimkinin de bulunduğu bir dolu öykü arasından seçilen ve yayımlanmayı hak eden bu öyküleri -biraz da beğenmemek üzere- okurken kulağımı tırmalayan cümleleri Nilay’a da gösteriyorum: ‘Olmuş mu? Doğru mu bu cümle şimdi?’, diyorum mesela. Bana anlaşılmaz ve pürüzlü gelen kimi ifadeleri Nilay  ‘İşte, edebi olması için öyle yazmış’ diye açıklıyor. Ben de böyle durumlarda ona Çehov’dan bahsediyorum. Onun öykülerindeki süssüz, yalın anlatımdan. Edebiyatın mutlaka ağdalı bir dil gerektirmediğinden.

Küçük Köpekli Kadın, bir Anton Çehov öyküsü. Onu ilk önce Kate Winslet’lı The Reader filminden duymuştum. Burada filmin adını duymaktan bahsetmiyorum yalnızca; öyküyü okumadan çok önce bu film sayesinde birkaç paragrafını da duyma imkânım olmuştu. Çünkü filmdeki adam, hapishanedeki (bir zamanlar sevgilisi olan) kadın için kasetlere çeşitli edebiyat metinlerini kendi sesiyle kaydedip ona yolluyordu. Bunu hem ‘geçen zaman’ın hatırına hem de filmi izleyenlerin anımsayacakları bir suçluluk duygusunu bastırmak için yapıyordu.  İşte ‘The Lady with the Pet Dog’  da bu kasetlerden birinin içindeydi. Bu yazıya ilham veren küçük köpek ve yaşlı adam onlara yakıştırdığım isimlerini bu bahsettiğim öyküden aldılar. 

Anton Pavloviç Çehov’un uzun tasvirlerden kaçınan, net üslubunun gücü edebiyat dünyasında bir dönemin başlangıcı olarak kabul edilir. Güçlü ve yoğun duygular sade bir anlatımla da başarıyla verilebilir, der sanki onun öyküleri. Aşağıda, yukarıda kapağını gördüğünüz kitaptan seçtiğim Çekme Katlı Ev adlı öykünün finalini okuyacaksınız. Buyurun:  

Çekme katlı evi yavaş yavaş unutmaya başladım. Arada bir, o da kitap okuduğum ve resim yaptığım zamanlar, evlerinin pencerelerinde gördüğüm yeşil ışık apansız gelir aklıma. Jenya’ya aşık olduğum o günlerde geceleri eve dönerken ayak seslerimin yolda yankılanışını, soğuktan ellerimi ovuşturuşumu anımsarım. Daha da seyrek olarak, kendimi çok yalnız hissettiğimde, bir hüzün çöker içime; eski günlerime özlem duyarım. Böyle anlarda uzaklarda biri beni düşünüp yolumu gözlüyormuş, onunla bir gün karşılaşıverecekmişiz gibi gelir.

Nerdesin Misus? Nerelerdesin?





16 Ocak 2013 Çarşamba

BOĞAZ'IN SULARI ÇEKİLDİĞİ ZAMAN  
                                                                                 Bir alıştırma*

İstanbul’da yaşayanlar da hep söyler ya, Boğaz'ın - yılın herhangi bir mevsiminde, günün herhangi bir saatinde- sunduğu görüntüler biz şehrin konukları, yani İstanbul’a yolu arada bir düşenler için özellikle büyüleyicidir. İster bir tanıdığımızın düğünü ya da birkaç aylığına şehre gelmiş olan bir resim sergisi için İstanbul’a gidelim, ister uzun zamandır görmediğimiz bir okul arkadaşımızı ya da aileye yeni katılan bir bebeği görmek amacıyla yedi tepeli şehirde olalım, Boğaz'da ve civarında geçirdiğimiz dakikaların özel bir zaman dilimi olduğunu biliriz. Mavi sulara, üstündeki gemilere, kıyıdaki yalılara şöyle bir gözümüzün dalmasına engel olamayız. Dahası bunu isteriz.

Bir de şöyle düşünün. Yağmursuz, kuru bir kış günü. Gökyüzü tastamam griye kesmiş. Gene de İstanbul’un hüzünlü silueti ruh halinize iyi geliyor. Fakat boğaz görüş alanınıza girince tuhaf bir şey oluyor. Gişelere doğru yaklaşınca denizi görmek için aşağıya, ötelere baktığınızda ürperiyorsunuz. Orada deniz yok! Ortada bir damla su bile yok. Sadece korkunç bir karanlığın hakim olduğu devasa bir çukur. Sular çoktan çekilmiş, orada yeni bir hayat başlamış. Gözlerinize inanamıyorsunuz. Yer yer ateşler yanıyor aşağıda. Bu yeni vadide, kuruyan çamurların oluşturduğu yeni tepelerin arasında, tenekeden yaptıkları barınakları sarhoşlar mesken tutmuş; şehrin evsizleri, yoksulun yoksulu kimsesizleri hep oralarda yaşıyor. Orada, yeryüzünün doğal tabanı üstünde, yüzlerce yıl önce batmış kalyonların, canlı canlı boğazın sularına atılmış cariyelerin bedenlerinden kalan tozların, bir zamanlar denize uçmuş arabaların çürümüş kalıntılarının ve çaresiz hayatlarına köprüden atlayarak son veren yalnızların cesetlerinin birleşip toplaşıp oluşturduğu yeni bir yüzey, yeni bir yer oluşmuş. İçinde bulunduğunuz taşıt 'karşıya' ulaştığında şaşkınsınız; İstanbul'un o eski İstanbul, dünyanın o eski dünya olmadığını biliyorsunuz artık.

Kara Kitap yayımlandığında üzerine en çok konuşulan metinlerinden başında geliyordu Boğaz'ın Suları Çekildiği Zaman. Kitapta Celal Salik’in kaleminden okuduğumuz bu pasaj kitabın en çarpıcı bölümlerinden biri olarak kabul edilir. O günlerde kitapla ilgili çıkan yazılarda bu bölüme mutlaka değinilmiştir. Ben de Orhan Pamuk’un bu güçlü metninden biraz ‘atıştırdığım’ bu alıştırmada bir bakıma kendi Kara Cadillak'ımı aramaya o vadiye iniyorum. Edebiyatseverleri ve sevecek olanları (ve dahi sevip de aslında bunun henüz farkında olmayanları) yanıma almayı umarak…

Bedii Usta’nın Evlatları, Hepimiz O’nu bekliyoruz ve Şehzade'nin Hikayesi gibi diğer metinlerle birlikte BSÇZ Kara Kitap’ın içinde duracak. Ve bir gün bizde de video oyunlarına benzeyen fantastik filmler çekilmeye başlandığında bu yeni vadi, bu yerin dibi, bir alt–dünya setting’i olarak bu tip filmler yapmak isteyenlerin gözde mekânlarından olacak.

* Enis Batur, Rakım Sıfır'a alt başlık olarak 'İmgelem Alıştırmaları' demiş ya hani... 

                    KİTAPLAR ÇEVRELER Bir Gazetecinin Edebiyat Adamı Olarak Portresi I. Metin Münir’in Zavallı Kalbimi Rahatlat adlı...