18 Nisan 2012 Çarşamba

BELKİ ŞEHRE BİR D&R GELİR


Böyle bir başlık belki bundan çok önce yazdığım bir yazıya uyabilirdi. Ama o zamanlar benim bir blogum yoktu ve Nurdan büyük ihtimalle o maili henüz atmamıştı. Hangi maili mi? Anlatayım:

Adapazarı’nda depremden önce bir D&R mağazası vardı (bakalım depremler daha kaç şehir için milat olmaya devam edecek?) Sonra, depremden sonra yani, şehir hayaletleşti ve hayat grileşti. Donuk, nefes alan ama yaşamayan bir yer oldu burası. Okullar ikinci dönem başlatıldı. O yıl üniversiteyi kazanan kuzenim Güven'in, depremin hayatımızda açtığı fay hatları üzerine dertleşirken 'Şöyle bir gözlerimi kapasam, açsam, üç yıl geçmiş olsa' demesi hala aklımda. O yıl pek çok insan ve pek çok mekân gibi D&R da şehre veda etti. Bunu o zamanlar önemsemedik, zira rafları sanat, bilim ve edebiyat kitaplarıyla dolu bir mağaza o zamanlar ihtiyaç duyduğumuz en temel şeyler arasında değildi (aslında öyle mi olması gerekirdi, bu tamamen ayrı bir konu!). Şehir kışları çamur içindeydi, yazları da toz. Kitapseverler, kitaplar arasında zaman geçirmek isteyenler bazı kırtasiye dükkânlarındaki birkaç rafla yetinmek zorundaydı. Sonra efendim, işler normale dönmeye, şehir depremin izlerini silmeye başladı (fakat orta hasarlı binalarla ilgili ciddi kararlar ancak geçen kışın başında alındı, bu da tamamen ayrı bir konu!). Adapazarı’nda güneş açmaya başlamıştı, gidenlerden bazıları geri döndü. Bir gün Bosna caddesinden arabayla giderken yol kenarına sırayla dikilmiş ağaçları görünce çok şaşırdığımı ve sevindiğimi gayet net hatırlıyorum.

Bunlar tabii çok eskidendi! Aradan geçen zaman şehre yeni mekânlar kazandırdı. Fakat bir kitap ve müzik mağazasının eksikliği uzun süre giderilmedi. Nurdan da oturup D&R'a bir mail atmış ‘Neden Adapazarı’nda yoksunuz? Hem artık sizin konsepte uygun alışveriş merkezleri de var burada’ demiş. Gelen cevap ‘talebinizi yetkili yere ileteceğiz olmuş’ Sonra efendim, o ‘yetkili yer’ de bir mail atmış ve ‘Ekim sonu mağazamızı açıyoruz demiş’. Bu, okulda aramızda bir espri konusuna dönüştü sonra; hepimiz Nurdan’ın ‘maille ikna etme gücüne’ ikna olmuştuk!

Ve sonra şehre o film geldi:  İstanbul ve Denizli’deki muadillerine kıyasla küçük bir mağaza buradaki. Fakat aradığımı hep buldum şu ana dek. İnternetten kitap alanları anlıyorum, zaman zaman ben de bunu yapıyorum. Fakat kitaplar arasında zaman geçirmek istiyorsanız, bir kitap almadan önce başka başka kitaplara da dokunmak hoşunuza gidiyorsa, bunu bir bilgisayar ekranının önünde yapamayacağınızı bilirsiniz. Ve bilirsiniz ki bazen bir kitaba diğer kitaplardan vazgeçerek ulaşırız. (zaten hayatta da böyle yapmıyor muyuz, ayrı konu). Benim için bu tip yerler ‘bir kitap alıp çıkacağım’ mekânları değildir. Buralarda enikonu vakit geçirmek hoşuma gider. Rafların önünde durup uzun uzun kitaplara bakmayı severim. Onlardan birini çekip arka kapağındaki yazıyı hızlıca okumayı severim. Almayı düşünmediğim kitapları da o raflarda görmeyi severim. Ve en çok da uzun bir süredir okumayı istediğim bir kitabı alma niyetiyle mağazaya girip tamamen farklı bir kitapla çıkmayı severim.

Tabii şimdi ‘elmanın içi’nden de bahsetmeden olmaz. Bazen Aras’la gidiyoruz D&R’a. Çocuk kitaplarının olduğu yeri biliyor ve beni oraya doğru çekiştiriyor. Onu burada görmek güzel, ama sanırım Aras, kuşağının diğer çocukları gibi,  bir digital native  olacak. Pelin’in çalıştığı makalelerden öğrendiğime göre bu terim ekrandan okumak konusunda sıkıntı çekmeyecek ve belki de kâğıda ihtiyaç duymayacak gelecek nesilleri kastediyor. Şimdi pek çok öğrencim ekranla zaten barışık, ama öyle görünüyor ki bundan sonra çocuklar tamamen digital bir dünyaya gözlerini açacaklar. Bu makalelere göre ben bir digital immigrant’ım. Ekranda en fazla bir iki sayfa okuyabiliyorum; dijital dünyada bir göçmenim.


Woody Allen’ın zaten birer marka olan Barcelona, Londra ve Paris’te çektiği filmlerin bu şehirlerin tanıtımına yaptığı katkıyı konuşuyoruz okulda. Bunların arasında benim favorim Matchpoint’tir ve burada Allen şans temasını işlerken Londra’yı bir tablo gibi sunar önümüze.  İçimizden birisi ‘Gelip bir film de İstanbul’da çekse, İstanbul hepsinden güzel diyor. Bu dileğe ve ardından gelen görüşe hepimiz katılıyoruz. Nurdan fırsatı kaçırmıyor ‘Durun bakalım’ diyor ‘Ben bir mail atayım bakayım Woody’ye!’   

1 Nisan 2012 Pazar

YAĞMUR YAĞDI İÇİM TEMİZLENDİ

Başlık Bülent Ortaçgil'in Bahar Türküsü adlı şarkısından. Bu kış kara doyduk ve işte nisan ayı, yağmurlarıyla geldi yine. Yağan yağmur Ortaçgil'in bu şarkısının bir şiir güzelliğindeki sözlerini dilimin ucuna getiriveriyor hemen. Sadece birkaç yıldır burada olanların bunu garipsediklerini görüyorum, ama aslında Adapazarı hep bir yağmur şehri olmuştur. Kış boyu süren ve belki Temmuz'a kadar belli aralıklarla devam eden yağmurlar başka şehirlerden gelmiş olanları nasıl da şaşırtırdı! Fakat bu durum bir süredir değişmişti, yağmursuz ve şaşkındık. Merak ettik sorduk: Küresel olarak ısındığımızı söylediler bize!

Birkaç yıl önce bir nisan akşamüstünü hatırlıyorum. Büyük bölümü şaşırtıcı derecede kuru geçen uzun bir kıştan sonra sessiz bir yağmurun başladığını görünce sevinçle dışarı çıkmıştık. Bulutlar ortalığı karartamayacak kadar uzaktaydılar. Güneşi görüyorduk ama hissetmiyorduk. Bahçede usul usul yağan yağmurun altında bir süre öylece durduk. Dünya, ya da bizim bahçemizdeki dünya, o an gümüş grisi bir renk almıştı ve tüm kuraklık ve felaket haberlerinin arasında bizi neşeli ve iyimser yapmıştı. Sanki doğal felaketlerle ilgili bir sürü yapay habere karşı bir koruma kalkanı altındaydık.

Ortaçgil'in şarkılarını (haklı olarak) çok yavaş bulan ve bu şarkıların kan şekerlerini düşürdüğünü (biraz abartarak) iddia edenler için, Bahar Türküsü'nün, müziğini olmasa da, sözlerini buraya alalım:


                                       Bahar geldi, kendimi seçtim
                                       Kuşlar uçtu, kendimi aştım

                                       Seni ben yanımda bulunca
                                       Değiştim güzelleştim
                                       Söz etsen, yüzüm gülse
                                       Gel desen

                                       Yağmur yağdı, içim temizlendi
                                       Toprak koktu, içim renklendi

                                      Seni ben yanımda bulunca
                                      Herşeyim çiçeklendi
                                      Ses etsen yüzüm gülse
                                      Gel desen

'Bir şiir güzelliğindeki sözleri'  derken yanılmış mıyım? Zaten Ortaçgil de bir başka şarkısında 'Şarkılar bir şiirdir çoğu zaman' diyor (Şarkılarım Senindir), muhtemelen en çok da kendi eserlerini kastederek:

                                    Özenle seçilmiş sözcükler
                                    Yüzlerce aday arasından
                                    Sıkıştırılmış bir tuğla gibi
                                    Artık ayıramazsın birbirinden
                                    Şarkılar bir şiirdir çoğu zaman
                                    Ben bir şairim işte o zaman
                               
Bu bence şiir için nefis bir tarif. Aynı şarkıda şu da geçiyor: 'Şarkılar bir renktir çoğu zaman / Ben bir  ressamım işte o zaman''.  Hemingway de yazmanın verdiği zevk için 'sözcüklerle boyamak' (paint in words) dermis. Öyle ya, hep bilinir, yazmak, resim çizmek gibidir. Güzel bir yazı, gözümüzün önüne bir tablo,  bir olay  veya bir portre getirir çoğu zaman. Biz de bugün,  madem ki konumuz yağmur, şöyle birşeyler çizelim o zaman:

Çok eski zamanlarda kırda bir kulübe hatırlıyorum. Bu kulübe, pamuktan bir ovanın tam ortasındaydı. Buraya sonbaharda, vefalı bir dostun düzenli ziyaretlerine benzer bir şekilde, pazar günleri mutlaka yağmur yağardı. Kulübenin içindeki iki kişi sessiz bir müziğe eşlik ederek dans ederdi. Böyle zamanlarda yağmur, güzel ve hafif bir koku getirirdi kulübenin içine ve bu koku, dansın devamını sağlayan, plağı döndüren yaşam kokusuna karışırdı. Yağmur, tıpkı dünyanın ilk günündeki gibi, çok güzeldi! Pencereden uzak tepelerdeki yalnız ağaçlar görünürdü. Bu ağaçlar, yılın bu mevsiminde tüm yapraklarını dökmüş olurdu ve bu da onların kış uykusuydu. Ve işte baharla birlikte onların da içleri temizlenecek ve renklenecekti.    

                    KİTAPLAR ÇEVRELER Bir Gazetecinin Edebiyat Adamı Olarak Portresi I. Metin Münir’in Zavallı Kalbimi Rahatlat adlı...